Esprili mizah sever adamdı, lafa göre laf yapan bir konuşma ağzı vardı.

Osman Baba çayı da sohbeti de seviyordu.

—Senin bura gelen giden çok mudur?

—Niye sordun baba?

Haydar adında bir oğlu varmış, çok güzel de gelini… Gel zaman git zaman güzel gelin Haydar’ı bırakıp başka biri ile terki diyar eylemiş.

“Kaçan senin değildir” diyecektim, diyemedim. Böyle durumlarda ilgi alakayı nasıl yakalayacağımı bilemediğimden ipe sapa gelmez laflar edebiliyordum.

Hüzünlenmişti Osman Baba. “Ölmeden evvel yeniden evlendirmek, torun torba sahibi olmak, mürüvvetini görmek istiyorum” dedi.

—Ben ne yapabilirim baba?

—Bulanın sevinemeyeceği, yitirenin üzülmeyeceği gelin bulursan haber et.

Akşamı zor ettim. Kafamın içinde Osman Babanın, “Bulan sevinmeyecek, yitiren üzülmeyecek…” sözleri arasında gelgitleri yaşadım.

O gün canım can sıkıcı işlerden uzaklaşmak, Osman Babanın dağıttığı kafamı toplayabilmek için bizim köyün kanallarında gezmek, beceremediğim halde balık tutmak istedi. Arabanın kapısını açtım, kapının kolu elimde kaldı. Ben de böyle durumlarda adettir diye tükürdüm.

Arabaya tükürmem işe yaradı. Birden aklıma geldi, tanıdığım bir Şakire vardı. Boylu poslu güzel kızdı, biraz sakardı ama olsun. Atalarımız demiş:

“Bu kadar kusur kadı kızında da olur.”

Titreyen elimle sıkıca tuttuğum telefonun öbür ucunda Şakire’nin o cilveli, yürekler yakan işveli sesi, “Alo buyurun, ben Şakire.”

Dilimin döndüğünce anlattım her şeyi. Çok sevindi garibim.

Dedi ki, “Abe, tez elden Haydar’ımı al da gel…”

Hayırlı haberi Osman Baba’ya anlatınca, “Sen bir başka alemden gelmiş gibi adamsın oğul” dedi, “Bu kadar tez zamanda nası buldun?”

Şakire’nin huyunun suyunun ve dahi içinin dışa, yüzüne yansıyan güzelliğini, boyunu posunu ballandıra ballandıra anlattım. Yaptığım iş doğruydu, atalarımız dememiş mi: “Mala haram, lafa yalan girmeyince üremez” diye…

Tespihinin şakırtıları arasında Osman Baba konuştu, “Ne yapak oğul?”

—Biz görücü damat eviyiz baba, aramızda bir reis seçmemiz lazım.

Açık oy gizli tasnif ile demokratik bir şekilde beni reis seçtiler!..

Ve o güzel hayırlı mübarek günde iki dirhem bir çekirdek olmuşum, filinta gibi giyinmişim, sol kolumda “GÖREVLİ” yazan bir bez var. Haydar’ın ne kadar hısım akrabası varsa, yol aldık gelin kızımız Şakire’nin evine…

Kapıyı tık tık, sonra da tak tık diye ikişer kez çaldım. Kapı açılınca “Bismillah” deyip daldım. Beni öyle güzelim elbiselerin içinde gören Şakire, “Haydarım” deyip boynuma sarılmaz mı?.. “Gızım sen napıyon, Haydar gerilerde…” ikazımdan sonra, “Canım abem” deyip, “Hoş gelmişen, Haydar’ımı da getirmişen” diyerek daha sıkı sarıldı.

Millet zaten öküzün altında buzağı arıyor. Allah’tan Osman Baba’da, damat Haydar’da demokratik, hoşgörülü insanlar da büyütmediler sarılmaları…