Muğla'dan milletvekili adayı idim.

'Ey vatandaş sizlere hiçbir şey vaat etmiyorum. Fabrikam yok, anahtar veremem. Yayla da koyunlarım da yok, hiçbir şey veremem...' Onlar da; "Biz de oy veremeyiz..." dediler. Oysa beni seçin dükkân sizin, diyebilirdim. Taşında, "Bu adam yalandan öldü" yazan mezar mı var? Tam kendimi kaptırmışım, telefonun çalışında bir acılık.

- Aloo Adnan, İbrahim ölüyor...

İbrahim ölecek, sen de onunla öleceksin der gibiydi telefondaki ses.

İbrahim'in yattığı XK hastanesini aradım, sert bir tonla:

- Çağırın bana nöbetçi doktoru...

- Kim arıyor efendim?

- Muğla milletvekili adayı Adnan Doğan.

Milletvekilini ağırdan, adayını da hızlıdan geçtim.

Telefonun öbür ucundaki Doktor:

- Buyurun efendim.

- Sen doktor, beni tanıyor musun?

- Bir kabahatimiz mi oldu efendim?

- İbrahim adında bir yakınım hastanenizde ona bir şey olursa seni Hakkâri’ye gönderirim. 'Burası Hakkâri, ötesi yok gari' dersin...

Hızımı alamayınca baştabibi de aradım...

Yıllar sonra İbrahim anlatıyor:

- Adnan Doğan'dan telefon geldi, dediler. Baştabip de arayınca ilgi daha da arttı. Sağ ol abi, sayende kendimi birinci (1.) sınıf vatandaş gibi hissettim...

O doktor, kendisini arayan Adnan Doğan'ın bir garip Haydanlı olduğunu bilseydi, İbrahim var ya, senin ümüğünü sıkardı, diyemedim...