ıslanan saçlarımdan sızan damlalar alnıma, alnımdan kaşlarımın kenarından göz çukuruma sapmadan şakaklarıma, oradan boynuma süzülüp içimi hafiften ürpertse, içimde ürpertiler kapına gelsem, kapının yanında hafiften çamurlanmış ıslak ayakkabıların içinde üşümeye başlayan ayaklarım, nasıl karşılanacağının bilinmezliği, tedirginliği ile tapırdayan yüreğimin sesini taşıyan kolum zile uzanırken…elim zile basmak ile basmamak arasında bocalarken…

Yok…Ben en iyisi pırıl pırıl bir bahar günü, çiçeklerin tomur tomur olduğu, ağaçların rengarenk renk cümbüşüne büründüğü, çiçekler arasında vızıldayan arıların, börtü böceğin çiçeklerden yükselen rayihadan, aromadan yarı sarhoş, esrik dolaşıp durduğu, karıncaların koşuşturduğu, çekirgelerin zıpzıp oynadığı, kuşların cıvıltılar içinde oynaşıp seviştiği bir bahar günü gelsem, aniden içimde bir korku gittikçe büyüyüp bir dağ oluyor…ya tüm bu güzellikler yanında ben bir hiç olursam…

Yok…Ben hüzünlü bir sonbahar günü geleyim en iyisi. Gelirken sararıp sarılı, kahverengili, turunculu, yeşili soluk giysilere bürünmüş, kuruyup en küçük esintide bile çıtırdayıp inim inim inleyen yapraklara hüzünlenip bu hüznümü paylaşır, sevgiyle saçımı okşarsın diye gelip kapının zili…Tam uzanıp parmaklarım zile basacakken içimde aniden beliren bir telaş…bu denli hüznün arasında ben hazan olup kaybolup gidersem…

Ben lapa lapa kar yağarken gelsem…Yürürken ayağımın altında ezilen karların çığlık çığlığa haykırışlarını duyup içim yansa, biraz ötede havuç burunlu, kömür gözlü kardan adama bakarken, neden yalnız, yapayalnız diye üzülmekten ağlamaklı olsam…Doğanın eşsiz fırçası, eşsiz becerisi ile önüme serdiği bembeyaz halının üzerine yatıp yuvarlansam, yuvarlanırken soluklanmak için açtığım ağzıma karlar girse, giren karlarla susuzluğum gideceğine inadına artsa…Kapına geldiğimde su dolu bardağı uzattığında “Yok ben suya değil, sana susadım!” demeye dilim varmaz korkusundan…

Yok ben sana bir yağmur sonrası, kapkara yağmur bulutları tüm gökyüzünü bir kara şemsiye gibi sımsıkı sarmışken …güneş, parlak gür saçlı başını bu kara bulutların arasından doğrultup da sıcak bakışları ile kara bulutları kovaladığında toprak ananın güneşe olan minnetini kıvrım kıvrım buharlarla yollarken, toprak ananın bağrında saklanmış salyangozun kabuğundan sıyrılıp hemen biraz ötedeki yeşilliklere doğru uzanıp dudaklarını uzatırken yeşilliğin naz içinde salınışını, karıncaların doludizgin düzenli bir ordu disiplininde koşuşturmasını, görünür görünmez binlerce börtü böceğin bir devinim içinde, belli belirsiz çığlık atmasını…kuşların; çiçekler, ağaç dalları, yaprakları arasında cıvıldaşarak, oynaşarak çılgınca sevişmesini, arıların çiçekler arasında dolaşırken kokladığı, dokunduğu çiçekten mest, esrik vızlayıp durduğu bir gün geleyim. Yüreğimde doğanın tüm bu güzelliklerini, cömertliğini, sevecenliğini seninle paylaşmak için geliyorum…