Hepimiz arı beyinin yani beyimizin karşısına dizildik. Gözlerimiz ayak uçlarımızda, kulaklarımız yani duyu antenlerimiz sonuna kadar açık…Bakamıyorum ama adım gibi eminim bey, şu anda tek tek hepimizi süzüyor…Beyin gür, buyurgan sesi kovanı doldurup gümbür gümbür gümbürdetti; Arı yıldırım şeftali nektarı…Arı şafak kaysı nektarı…Arı yılmaz vişne nektarı…Arı yıldır kiraz…Arı çalışkan üzüm…Adı okunan ekip şefleri ekibini toplasın…Hepinize kolay gelsin…Ben “çalışkan” grubunda genç bir arı olarak seviniyorum. Hemen kovanımızın yakınında bir ev, evin önünde ve arkasında birer olmak üzere iki asma var. Evde yaşlı bir kadın oğlu ile beraber yaşıyor. Kadın yaşlı olup gözleri de pek iyi görmediğinden asmaya gerekli özeni gösterip ilaçlama falan yapamıyor, oğlu aklı bir karış havada, orda burada sürttüğünden değil asmaya kendine bile baktığı yok. Bu nedenle üzümlerin kimisini is, kimisini salkım güvesi yiyip bitirip çürütmüş…Ama kalanı bizim gruba yeter artar bile üstelik organik…

Sabah uyandığımda baktım güneş doğalı çok olmuş, odanın içi aydınlık…İstemeye istemeye yataktan çıktım. Bir gün öncesi tüm gün sırtımda taş taşımışçasına sırtım ağrıyor, her yanım sızlıyor. Mutfağa geçip su ısıtıcısına su koyup çalıştırma düğmesine bastım. Usulca anamın odasına girip baktım; uyuyor…solukları sessiz ama düzenli. Kapıyı yavaşça kapayıp çıktım. Bu arada kaynamış olan su ile kendime bir kahve hazırlayıp evin önündeki asmanın altındaki plastik sandalyelerin birine oturdum başladım kahvenin tandı çıkarmaya. Bu arada telefonda açtığım sudokuyu çözmeye çalışıyorum…Soldan sağa kontrol…Yukarıdan aşağıya kontrol derken gözüm asmalara, asmalarda yarısı çürük, yarısı isli ama nar gibi kızarıp olgunlaşmış üzümlere takıldı. Kahvemi içip bitirince, şu kalan üzümleri kurt kuş yiyip bitireceğine, toplayayım iyi kötü yeriz diye yerimden kalkıp mutfağa gittim. Bir bıçak, bir plastik leğen kapıp ekmek evinden merdiveni çıkardım. Merdiveni kurup başladım avludaki asmanın kalan üzümlerini kesip merdivenin basamağına yerleştirdiğim leğene koymaya…Ben yarısı çürük, yarısı isli, kimi üzüm taneleri kuşlar tarafınca didiklenmiş salkımlarla uğraşırken serçeler, sinek kuşları “cık, cık” edip dönüp gidiyorlar, beş altı arı da vızıldayıp etrafımda dönüp duruyorlar…

Avludaki asmada bir iki salkımı kuş ve arılara bırakıp evin arkasındaki asmaya gittim. Ben asmaya yaklaşırken asmadaki bir iki kuş “pırrrr” edip uçuştular. Merdiveni ayarlayıp üzerine tırmandım. Başladım salkımlara uzanıp kesmeye, kesip leğene yerleştirmeye derken baktım tepelerde büyükçe bir salkım, salkımda iri mi iri ,çil çil olmuş altın gibi sapsarı olmuş üzüm taneleri…Uzandım bıçakla…İki arı uçarak koşarak vızlayarak geldiler…Başladılar tepemde dönelemeye…Elim salkıma yaklaşımca vızlamalar arttı…Vızıltıların niye arttığını bilmek için arı dili bilmeye gerek yok…Elim salkımı tutup öbür elimdeki bıçak salkımın sapına doğru yaklaşınca tepemde vızıldayıp duran arının biri kulağıma kondu. Ahmet, sakin ol, sinirlendirmez isen arı bi şey yapmaz diyorum kendi kendime…Oysa ben yapacağımı yapmış arının ekmeğine el uzatmıştım…Ben bıçağı yavaşça salkıma yaklaştırıyorum…Arı gittikçe vızıldamasını artırıyor…Bıçak salkıma yaklaştı, vızlama arttı, bıçak salkımın sapına dokunurken kulağımda bir yanma…Hak etmiştim…Arının ne zamandır salkıma dokunma yoksa sokarım diye uyarısına kulak asmamıştım.

Ben o gün bir sürü üzüm nektarı toplamamıza hatta beyimizden övgü almamıza karşın bir türlü sevinememiştim…Çünkü arkadaşımın kulağını soktuğu ihtiyar kadının oğlu, bir keresinde yanlışlıkla girdiğim evin mutfak penceresinde korku içinde vızıldayıp dönüp dururken beni usulca incitmeden tutup dışarı çıkarıp uçurmuş, bir keresinde de avlu çeşmesinin yalağında suya düşüp debelenip dururken parmağını uzatıp beni sudan çekip çıkarmıştı…