-Ben Benjamin, hoş geldiniz, şöyle buyurun!
Bizim ilçe memurlarının ‘niye geldin lan?’ der gibi duran somurtuk yüzlerine, ‘işim başımdan aşkın, git yarın gel!’ diye baştan savmalarına alışmışken…ayakta güler yüzle karşılanıp koltuklara buyur edilmemizden tedirgin gösterilen masanın karşısındaki koltuklara oturduk. Gelen görevliye içeceklerimizi söyleyince Benjamin,
-Size nasıl yardımcı olabilirim? Diye sorunca, George bana, ben George’a baktım…Ben sessiz kalınca George; kim olduğumu, sorunun ne olduğunu anlatırken bende pasaportum, okul belgelerim, gemiden aldığım işle ilgili belgeleri çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Benjamin masanın üzerine bıraktığım belgelere şöylesine üstün körü baktı ve,
-Hımmm…Önce sorunun kolayını çözüp Ahmet’e yatacak bir yer ayarlayalım! Deyip masanın sol tarafında duran telefona uzanıp bir numara çevirdi, bir süre sonra karşıdakine bir erkek için bir kişilik bir yer ayrılmasını, kalacak sürenin şimdilik belirsiz olduğunu söyledi ve teşekkür edip telefonu kapattı ve bize dönerek,
-Bizim güzel bir misafirhanemiz, ve oraya bakan güzel bir gönüllü bayanımız var…Ahmet orada kalıp, yemeklerini yiyebilir. Türkiye’ye değil ama Lüksenburg’a kadar olan uçak biletini de sanırım Ahmet’in daha önce çalışmış olduğu ‘Royal Carabien Cruse line’ firması ile çözüme kavuştururuz…deyince içimden derin bir ohhh çekmişim. Benjamin ve George “n’oluyoz?” gibisinden yüzüme bakınca sadece gülümsedim. Biz ikram edilen içecekleri içerken Benjamin bir kez daha telefona uzanıp, telefonu açana bir şeyler fısıldadı.
Binanın önünde bekleyen pek de yeni olmayan pikaba binip önce George’un evinde bıraktığımız bir iki ufak tefek eşyamı alıp George’ların sokağının pek de uzağında olmayan bir başka sokağa girip sağlı sollu perişan görünüşlü barakalar arasından epeyce içerlere gidip orta büyüklükte beton bir binanın önünde durduk. George ile arabadan inip bizi karşılayan orta yaşlı, güler yüzlü hanımla selam alıp verdik. Ve böylece başlamış oldu benim Nassau düşkünler yurdunda kalış günlerim…