Merhaba

Lisede okuduğum dönemlerde en çok şikâyet ettiğim dersler sayısal derslerdi. Edebiyat sınıfında okuyan bir öğrenciye matematikve benzeri sayısal derslerin de veriliyor olmasını bir işkence yöntemi olarak düşünür, yeri geldiğinde söylemekten çekinmezdim. Fikrimin çok fazla değiştiğini söyleyemem ama o derslerin gereksiz olduğunu dile getirmek eğitim ve öğretim adına haksızlık olur. Şiirin, düz yazının, resim, müzik, mimarînin akla gelmeyecek başka birçok şeyin de temelinde matematiğin bulunduğunu anlatmak kimsenin aklına mı gelmedi yoksa gereksiz mi görüldü bilmiyorum ama her şeyin ilâcı olan zaman onu da yıllar içerisindehâlletti neyse ki.

Yazıyı taçlandıran şiir Yavuz Sultan Selim’e âit. 36 Osmanlı Padişahından üçü müstesna olmak üzere hepsinin şiirine literatürde rastlandığından bahsedilir. Kimi padişahlarınşiirlerinden oluşan divânları da vardır. Padişahların şiire, edebiyata ve sanatın diğer dallarına olan merakları, günümüz merak sahiplerinin de ilgisini çekiyordur muhakkak. Yavuz Sultan Selim 9. Osmanlı Padişahı ve yalnızca sekiz yıl saltanatta kalmış. Sekiz yıla da başta bugünün şartlarında bile geçilmesi hayal gibi gelen Sina Çölünü 13 günde geçerek ulaştığı Mısır seferi olmak üzere birçok sefer ve savaş sığdırmış. Neredeyse at üstünde ve seferde geçen döneminde şiir yazmayı da, gittiği seferlerde sanatkârları ülkesine davet etmeyi de, kimilerini bizzat kendisi getirmeyi de ihmâl etmemiş. Selimî mahlasıyla yazdığı şiirleri bir divân halinde toplanarak ölümünden 370 yıl sonra hem İstanbul’da hem de Alman Kralı II. Wilhelm tarafından Almanya’da bastırılarak yayımlanmıştır.

Efendim, şiir kimilerine göre önemsiz görülse ve söylense de bu,şiirin duygularınzekâyla birleşerek ritmik olarak söze ve yazıya yansımış hâli olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Yazının başlığındaki arz ettiğimiz dörtlük; edebiyatta vezn-i âher olarak isimlendirilen edebî sanatın ilk olarak can bulduğueser olduğu rivayet edilir. Mısrâları oluşturan kelimeler yukarıdan aşağıya doğru okunduğunda da şiirin yapısının bozulmadığı fark edilecektir (İlk kez rastlayanlar için kelimeler, daha kolay çözümlenmesine yardımcı olmak maksadıyla mısra sıralamasına riayet edilerek daha koyu ve kalın yazılarak belirtilmiştir).Bu kurguya hayran olmamak mümkün değildir. Bu eserin oldukça ilginç bir hikâyesi var fakat hem bunu hem de başlıkta kullandığımız Yavuz Sultan Selim’e atfedilen bir hikâyenin şiirinden alınan tâbiri açıklamak başka bir yazıya nasip olsun inşallah. Yazının başında arz ettiğimiz şiirin hikâyesini öğrenmek merak sahipleri için zor olmasa gerek. Burada dikkat edilmesi gereken husus,eserdeki matematiksel algoritmadır. Usta bir satranç oyuncusunun zihinsel kurgusuyla yazıldığı ortada olan bu şiiri Yavuz,doğaçlama olarak söylemiştir. Kendi adıma düşündüğümde bu kurgu yaklaşık otuz yıl sonra olsa da edebiyat sınıfında okuyan ve sayısal derslerin gereksizliğini savunan bir öğrenciye yüzyıllar öncesinden verilmiş okkalı bir cevaptır.

***

Yavuz, devlet işlerinde istişareyi önemser, vezirlerinin söylediklerini dinler ve kararını öyle verirmiş.Devrinde, kılık kıyafete ve gösterişe düşkünlük bir kenara itilip devlet-i ebed-müddet anlayışına uygun bir ruh imârı başarılmıştır. Başta kendisi olmak üzere sâde bir hayat yaşama tavrı öne çıkmıştır.Bir gün Venedik elçisinin huzura kabul izni verilmişti. Sadrazam ve devlet erkânı bu ziyaretten hoşnutdeğillerdi çünkü hem sultânın, hem de kendilerinin kılıkları perişandı. Venedik elçisinin onları bu halde görmesi devlet itibârını düşürecekti ama bunu sultâna kim söyleyebilirdi? Devir, sultânın disiplin ve celâlinden korkanların “İnşallah Yavuz’a vezir olursun!” sözünü beddua olarak söyledikleri devirdi. Paşalardan biri cesaretini toplayıp meseleyi hünkâra açtı. Yavuz itiraz etmedi “Doğru söylersin lala, cümle yeni esvaplar giyile!” buyurdu.Elçinin geleceği gün vezirlerin sultânın yanına girmeleriyle donup kalmaları bir oldu, sultan yeni bir şey giymemişti. Elinde bir kılıç vardı ve tahtında otururken onunla oynuyor, pencereden vuran güneşin ışıklarıyla kılıç parlıyor, ışıltısı odayı dolduruyordu. Kimse bir şey söyleyemedi. Huzura kabul edilen elçikapı kenarında durup mektubunu takdim etti ve tercüman vasıtasıyla hükümdarın sorularını cevaplandırdı. Konuşma esnasında da hükümdar elindeki kılıçtan yansıyan parıltıları elçinin gözüne doğru tutmaktaydı. Konuşma bitince elçinin gitmesine izin verildi. Sultan,paşaya seslendi;Ahmet Paşa, elçiye sor, ağzını ara, acep bizi nasıl bulmuşlar? Paşa emir baş üzere deyip çıktı. Odada çıt çıkmıyordu. Nihâyet paşa geri döndü, heyecan doruktaydı. Paşa; saadetli hünkârım, elçi “Kılıcının parıltısı öyle gözümü aldı ki kendilerini göremedim bile” dediler.Yavuz gülümsedi ve ayağa kalkıp parmağıyla basamaktaki kılıcı gösterdi;“Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin, bir gün paslanır da ışıldamazsa düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.”

***

Bir Kelime

İstişâre: Fikir danışma, bir heyetin fikrine müracaat etme. Danışma, mühim bir iş için güvenilir birisiyle fikir alış-verişinde bulunma.

***

Efendim, tekrar kavuşana dek hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.