Merhaba

Yıldırım Bayezid Hân’ın en sevdiği oğlu Ertuğrul, Sivas’da vâli olarak bulunuyordu. Timur Hân bütün İran’ı ele geçirip bir kasırga gibi Doğu Anadolu’ya girdi. Osmanlı Devletinin o zamanki en uzak noktası Sivas idi. Timur, hızla Sivas’ı kuşattı ve teslim olmasını istedi. Fakat şehrin kumandanı olan Ertuğrul bunu reddedince şiddetli bir kuşatma ve çarpışma başladı. Timur’un içeriden elde ettiği adamları, şehrin kapılarını gizlice açınca Sivas, Timur’un eline geçti. Ertuğrul ise bir avuç askeriyle çarpışa çarpışa şehit oldu. Bu haber Yıldırım’a ulaşınca acılar içinde kaldı. Bir yandan Ertuğrul gibi bir oğul, diğer yandan Sivas gibi bir kalenin kaybı onu çok sarstı. Efkârını dağıtmak için ara sıra Uludağ sırtlarına doğru gezintiye çıkıyordu. Yine bir gün yanında veziri olduğu halde dağ eteklerine çıkmıştı. Düşünceler içerisinde kırlarda gezerlerken koyunlarını otlağa salmış, sırtını ağaca yaslamış bir çobanın kavalıyla içli havalar çaldığını duydular ve oraya yöneldiler. Bir müddet gözyaşları içinde çobanı dinledikten sonra Bayezid Hân: “Çal çoban çal… Keyif de senin, rahat da senin. Kaybettiğin neyin var ki. Sivas gibi kalen mi gitti, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü? Çal çoban çal…” sözlerini söyledi.

Zaman kavramı dünyâda yaşayan herkes için aynı kalıplara sâhip. Zengin-fakir, genç-yaşlı herkes için gün 24 saat ve her saat 60 dakikadan oluşuyor. Zaman kalıbının içindeki insanoğlu nedendir bilinmez ya geçmişin değişmez hükmünde ya da geleceğin belirsizliği içinde bir tenis topu gibi gidip geliyor. Mevlânâ, dünde kalmış olanlara; “Ne kadar söz varsa düne âit dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” diyerek dünün esâretinden kurtulmalarını öğütlemiş. Yarın ise bir muammâdır, bilinmezlikler içerir, gelip gelmeyeceği meçhuldür. Bu durumda da yarın endişesi ve belirsizliği içinde yaşamaya çalışmak insana bir şey kazandırmaz. Yazıya başlık olarak seçtiğim isim de, yazıyı açan kapıdaki tek mısralık şiir de bugüne işaret ediyor. 1799 yılında İstanbul’da dünyâ hayatına gözlerini yuman divan edebiyatının en renkli simâlarından ve Hüsn-ü Aşk isimli eserin yazarı Şeyh Gâlib ikinci bir mısrâya ihtiyaç duymadan belki hacimli bir kitapla anlatılabilecek bir konuyu sâde ve anlaşılır bir biçimde “Geçti gün ferdâyı ko, saat bu saattir dem bu dem” (Bugün yaşamakta olan ve dünü geçirmiş olanlara; dün diye andığınız gün geldi ve gitti, gelip gelmeyeceği meçhûl olan yarını da bir kenara bırakın. Yaşadığınız bu saate, bu âna bakın) diyerek kısa yoldan kolayca anlatıvermiş.

Merak, sevinç, şefkât, heyecan gibi hayâtî öneme sâhip duygulara erişimi sağlamak, sadece anda kalmakla mümkün. Ânın dışına savrulduğumuzda bütün bu duygular biz farkına varmadan körelir, geriye keder ve kaygı kalır. Çünkü geçmiş, kederin, gelecek ise kaygının vatanıdır. İnsan keder ve kaygı denizinde sürüklendikçe nefes aldığı her an boğulmaya mahkûmdur. Ânı yaşamak ve tadına varmak hazcılık olarak adlandırılan hedonizm felsefesiyle karıştırılmamalıdır. Hedonizm; hayâtın en önemli değerinin haz ve zevk almak olduğu ve ideal olan yaşama ancak bu şekilde ulaşılacağı fikrini taşımaktadır. Hedonizmde, hazzın mutlak anlamda iyi olduğu, insan eylemlerinin nihâi anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiği, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğu fikirleri egemendir. Bu egemen fikirler de insanı; bencillik, kendini beğenme, başkalarını kendi çıkarları için kullanma, eleştiriye kapalı olma gibi itici bir kimliğe büründürmektedir. Ânı yaşamak felsefesi; yarını boş ver, yarın için plan yapma, zevk aldığın şeylere yönel, günü gününde yaşa gibi bir anlam ifâde etmez, aksine günü gün etmeyi değil günü yakalamayı ve ânı yaşamayı öğütler.

Maalesef ki bizler bir şeyleri kazanma hevesiyle yaşıyor, kırıyor, kırılıyor ve ânın farkında olmadan zamanla yarışıyoruz. Geriye dönüp baktığımızdaysa kaybedilmiş anlardan birikmiş yıllar, keşkeler ve pişmanlıklar kalıyor elimizde. Günümüzde ânı yaşamanın uzağında kalan genel insan görüntüsüyle en basit bir gösteri, müzikal etkinlik veya benzerinde karşılaşmak mümkün. Dikkat ederseniz, bir etkinlikte asıl izlenmesi gerekeni bırakıp cep telefonları ve dijital kayıt cihazlarıyla ânı kayda alma telaşındaki insanları fark edeceksiniz. Güzel anların tadına varmak dururken kaydetme telaşına, ânı sonraki zamanlara taşıma telâşına düşen insanoğlu çoban da olsa pâdişâh da olsa sonuç olarak insan. Kim bilebilir dağ başındaki çobanın, padişahın görmesinden az evvel kuzularından birini kurda kaptırıp kaptırmadığını! Belki de kınalı bir kuzuya kavalla yakılan bir ağıt üstüne gelmiştir padişah. Kavaldan çıkan içli nağmelerin de bir sebebi olsa gerek.

***

Bir Kelime

Muammâ: Bilmece. Anlaşılmaz, halledilmez şekilde güç, halledilmesi müşkül iş veya şey.

***

Kavuşacağımız güne âit ve o güne tesir edecek yeni bir şeyler söylemek üzere yeniden buluşana dek günleriniz tadına vardığınız anlarla dolsun, hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.