Biraz sonra koridordaki belli belirsiz adımları, adımların yunmalığa yaklaşmasını, duvardaki elektrik anahtarının ‘çıt’ sesini, yunmalık kapısının hafif gıcırtı çıkararak açılmasını, klozet kapağının ‘çaat’ diye kapanmasını, bir süre sonra kurnası gevşetilir gevşetilmez özgürlüğü kavuşan suyun naylon taharet maşrapasına şarıltı ile akarken çıkardığı su sesini duymazdan gelip kendini tekrar uykunun müşfik, sevecen kollarına bıraktı…

Yine aynı odada, belki de yine aynı yatakta yatıyordu. Gözleri fıldır fıldır odanın kalın duvarlarında dört dönüp duvarların boyasını, boyanın altındaki sıvayı delip kerpiçlerdeki minik parmak izlerini, altları kurusun diye yerden kaldırırken acıyan, kerpiç çamuruna çamurun özleşmesi için karıştırılan samanlar arasındaki keslerin parmak uçlarını kanatınca damlayan kan damlacıklarının kerpiçte bıraktığı kırmızımsı rengi görmek istiyordu. Ama bunun yerine şimdi yemek pişirme odası olarak kullandıkları bir zamanlar ahır olan odadaki öküzlerin derin soluklarını, sabaha karşı ‘biz açıktık!’ anlamındaki önceleri hafiften, gittikçe yükselen böğürtülerini duymaya başladı. Biraz sonra kapılar açılıp kapandı. Anası elinde kocaman bir kelterle şimdi yatmakta olduğu ama bir zamanlar samanlık olan odaya gelip saman doldurup öküzlerin hatılına döktüğünü, öküzlerin samana homurtuyla yumulmalarını dinledi bir süre. Sonra öküzlerin, damla samanlık arasındaki koridordan geçerken akşamdan beri koca gövdelerinde biriktirdikleri dışkı öbeklerini ‘şaaappp’ diye koridora bırakırken sıçrayan cıvık, yapışkan sarımtırak dışkıların anamın elleri ile özene bezene sıvadığı bembeyaz duvarlarda bıraktığı anlamsız şekillere baktı gülümseyerek…Sonra anasının öfke ile avaz avaz “ Cavırın mallarııııı…Yiyip yiyip sıçıyonuz…! Daha dün sıvadım bu duvarları…Vah benim emeklerim…Vah benim gara tecellim..Vah benim gara talihim…!” türünden bağırtısını duyunca yatakta sıçrayıp doğruldu…Duyduğu bağırtıların çığırtıların gerçek olduğunu sanıp anasının odasına koştu…Baktı anası yatağında kıpırtısız yatıyor…