Merhaba!

Çay gibi sıcak ve demli olsun selamlarımız, çay gibi samimi. Efendim, başka kültürlerde de çayın önemi vardır muhakkak lâkin bizdeki bir başka. Gördüğümüz, işittiğimiz, okuduğumuz kadarıyla çaya bir anlam yüklemek, çaya şiirler yazmak, bir romanın ya da hikâyenin en çarpıcı satırlarında çaya rastlamak edebiyatımızda da hayatımızda da olağan şeylerden. Çaydan bahseden satırları okumak bile çayı içmek gibi ısıtır içimizi. Geçmişi beş bin yıl öncesine dayanan çay, her ne kadar bizim kültürümüze epey geç girmişse de temiz girmiş. Çaysız duramıyoruz, karıştırılmakta olan bir çay bardağından yayılan sesin etrafında toplanmadan edemiyoruz. Muhabbet ateşinin başlıca yakıtı olan çay tek başına içilmez, içilirse gönle ne kadar fayda eder, takdir sizindir. Gönül almanın da gönül vermenin de demini almış bir çay eşliğinde ne kolay olduğu herkesçe malûmdur. Bin yıla yaklaşan tarih ve kültürümüzde çay daha önceden de biliniyor olmasına rağmen Anadolu topraklarındaki mâzisinin ve sıklıkla tüketilen bir içecek haline gelmesinin hikâyesi yaklaşık iki asır öncesine dayanır. Çayın kültürümüzde yer almasına dâir bir hikâyesi vardır. Yahya Kemal Beyatlı’nın kendisi için “Şu Ahmed Yesevî kim? Bir araştırın göreceksiniz. Asıl milliyetimizi O’nda bulacaksınız” dediği, Türk dünyasının manevi mimarlarından Hoca Ahmed Yesevî bir gün Çin ülkesinin kuzey sınırına yakın bir Türkistan köyüne misafir olur. Hava çok sıcaktır ve Hoca Ahmed yolculuktan dolayı yorgun düşmüştür. Misafir olduğu evin komşusunun hanımı ise o sırada zor bir doğum yapmaktadır. Türkmen komşu, Hoca Ahmed’den dua ister. Türkmen’in isteği doğrultusunda yapılan duada talep edilenler Allah’ın takdiri ile kısa bir süre içerisinde gerçekleşir. Bu duruma çok memnun olan Türkmen, hemen o yörenin en önemli ikramı olan çayı kaynatıp getirir ve Hoca Ahmed’e ikram eder. Çayı sıcak sıcak içen Hoca Ahmed terler ve yorgunluğu gider. Sonra “Bu şifâlı bir şeymiş, hastalarınıza bundan içirin ki şifâ bulsunlar. Allah kıyâmete kadar buna revaç versin” diye duâda bulunur. Şifâ veren bir içecek olduğuna inanılan çay, bu olaydan sonra bütün Türkler arasında yaygın olarak tüketilmeye başlanmıştır. Herkesin kendine göre çay demleme usulleri vardır ancak birkaç kıstas var ki bunlar uygulanırsa hem lezzetli hem de faydalı bir çay içmek mümkün olur kanaatindeyim. Çay suyu kalitesi ve demlenecek çayın kalitesinin yanında çay posasının demlemeden bir süre sonra demlikten tahliye edilmesiyle nefâsetini uzun süre muhafaza edecek lezzetli bir çay içmek mümkündür. Elbette ki demleme usullerini herkesin kendi damak tadına uygun şekilde yapması kişilerin tercihlerine kalmıştır. Çay hakkında çok şiirler yazılmış, methiyeler düzülmüştür. Çay zevkini ve kalitesini en hoş şekilde ifâde eden beyitlerden biri de şu iki mısradan oluşmaktadır;

Çay, kadehte dîde-efrûz olmalı

Lebreng ü lebrûz ü lebsûz olmalı

Şiirde anlatılmak istenenin günümüz Türkçesine çevrilmiş hâli şöyledir; çay, cam bardakta (Kadeh) ve göz kamaştıracak berraklıkta olmalı, dudak renginde, dudak payı kalmayacak kadar dolu bir bardakta ve içenin dudağını yakacak sıcaklıkta olmalıdır. İkinci mısrâda tanımlanan üç özellik, çay içmenin üç şartı olarak kabul edilmiş ve dost meclislerinde söylenip hakkında lâtifeler yapılmıştır. Bir zamanlar demli sohbetlerin döndüğü çay ocaklarından birinde rastladığım şu satırlar da yüzümde tebessüme sebep olmuştu;

Çayın haddi yoktur…

Bir çay beyhûde

İki çay fâide

Üç çay kâide

İç dördü at derdi

Madem çıktın beşe

Sür git on beşe…

***

Bir kelime

Ziyâde: Artma, çoğalma. Artan, fazla kalan. Çok bol, aşırı, fazla.

***

Efendim önümüzdeki hafta tekrar kavuşana dek çaylarınız da muhabbetleriniz de demli olsun. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.