Merhaba!

İnsan yalnız doğar, yalnız ölür en çok da yaşarken yalnızlık çekermiş. Doğarken yaşadığımız yalnızlığı idrak edemeyiz, hayâtın sonunda karşılaşacak olduğumuza da henüz erişmedik fakat yaşıyorken bize yoldaş yalnızlığımızın soluğu hep ensemizde. Yalnızlık, insanın çevresinde kimselerin olmaması mıdır, kalabalıklar içindeki insanın bağlanma, yakınlık, âidiyet gibi hisleri kimseyle paylaşamaması mıdır? Bu soruların bir tane cevabının olması beklenemez kanaatimce. Daniel Defoe tarafından kaleme alınan romandaki Robinson Crusoe isimli karakterin mâruz kaldığı bir yalnızlık mecburiyetinde olan kimse günümüz şartlarında bulunur mu bilmiyorum. Bu şekilde yalnız kalmış biri var ise, Allah yardımcısı olsun demek mi gerekir yoksa yalnızlığın mübârek olsun, aman ha sesimi çıkarayım deyip de yalnızlık hazinesinden mahrum kalma mı demek gerekir, onu da bilmiyorum. Robinson’un romanı da, filmleri de büyük ilgi görmüş her dönemde. Okuma hevesim başladığı zamanlarda romanı bir solukta bitirdiğimi hatırlarım, filmleri ise ne zaman yeni bir yapımla çıksa her seferinde büyük bir merak içinde izlediğim filmlerdendir. Robinson’un zorunlu olarak bulunduğu o adada, yalnızlığıyla geçirdiği uzun yıllarda en samimi arkadaşının yine yalnızlığının olmasına, yalnızlığıyla birlik olup hayâta tutunma çabasına, üretkenliğine, imkânların sınırlı ama hayâl gücünün sınırların ötesinde oluşu kavramına gıpta ile bakmışımdır. Konu Robinson’ un adadan ayrılması safhasına geldiğinde ise kendi adıma iki soru ile karşılaşırım, sen olsan ne yapardın? Adada kalıp kurduğun hayâta devam mı ederdin, belki de adada yaşadığından daha fazla olan kalabalıklar içindeki yalnızlığına geri mi dönerdin? Henüz bu sorulara da cevap bulamadım. Robinson’un adadan ayrılmasından sonra geride bıraktığı adanın yalnızlığından hiç bahsetmeyen yazara, hikâyeyi buradan devam ettirmesini istediğim bir mektup yazmak isterdim fakat yaklaşık üç asırla bu imkânı kaçırmış bulunuyorum.

Yalnız kalmanın insanı üretkenliğe sevk ettiğine dâir yaygın bir söyleme rastlamışsınızdır. Fiziki yalnızlığın düşünme kudretine, üretkenlik gücüne ve insanın iç dünyâsındaki sorularının cevaplarla buluşmasına katkısı inkâr edilemez. Zannediyorum ki bir eser meydana getirmek gâyesinde olan herkes hemen hemen aynı düşüncelere sâhiptir. Yazarların, şâirlerin, kültür ve sanat dünyasına mensup kişilerin hayatları ve eser çıkarma süreçleri mercek altına alındığında bunun doğruluk payı olduğunu pekiştiren örneklere rastlamak mümkündür. Sayısız fikir ve sanat eserinin yalnızlık temalı olması, bu eserlerin bizzat kendisinin anlatıldığı o kavramdan hayat bularak beslenmesi de oldukça ilginç. İnsanın hep bir başkası ile etkileşim içinde olmak ihtiyâcı ve başkasına duyduğu muhtaçlık, yalnızlık kavramının ve yalnız kalma isteğinin de oldukça sınırlı bir alanda cereyan ettiğinin delili. Öyle ya, bir insan kendini kibirden Kaf dağının zirvesinde görse bile, zannettiği büyüklüğünü gösterip dayatacağı bir başkasına muhtaç. Evet, yalnızlık zordur ama kendine has bir efsunu vardır. Zor olan bu kavram olmasaydı ne edebiyat, ne de başka sanat dalları şimdi olduğu kadar ileri gidemezdi. Mecnun Leylâ’sına kavuşsaydı ikisini de bugün ne tanıyan ne de hatırlayan kimse olurdu yeryüzünde. Mecnun yalnız geldiği, yalnız olarak yaşadığı dünyâdan Leylâ’ya kavuşamadan yalnız olarak gitti, bize de hikâyesi kaldı. Zamanlı zamansız dalıp gidiyorsa gözleriniz ufuklara, bir geçerli sebep yokken ansızın buğulu perdeler iniyorsa gözlerinize, beklediklerinizin gelmeyeceklerini bilmenize rağmen yollara takılıp duruyorsa dumanlı gözleriniz, bakmayın yanınızdaki kalabalıklara, yalnızsınız.

Yazının başlığında, vaktiyle karaladığım bir şiirimden paylaştığım iki mısrâda; yalnızlığın, sabahın erken saatlerinde bir gül goncasına düşen çiy (Şebnem) tânesi kadar güzel olduğunu, şebnemle bir cisme büründürülen yalnızlığın gonca hâlindeki güle yakışan güzel bir süs olduğunu ancak kısa sürede buharlaşarak yalnızlığın sona ermesini, bülbülün güle kavuşması kadar gülden ayrı düşmesindeki güzelliğin aslında ona bülbül denmesindeki sır olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Böylesi trajik bir konudan romantizm çıkarmaya çalışmak, yazıyı ve şiiri karalayan ben kadar okuyan için de zor olsa gerek. Ruhsal yalnızlık gibi ağır bir imtihâna mâruz kalmadıysak, belli aralıklarla ve sürelerle fiziki yalnız kalışların düşünüp üretecek, bizi kendimizle buluşturacak ganimetler olduğunun farkındaysak eğer, o yalnızlıkların kıymetini bilmek gerekir diye düşünüyorum.

***

Târih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle dünya çapında bir şahsiyet olmakla birlikte ilgi duyanların dışında pek az tanınan Mahmud Kemâl İnal’a sormuşlar;

-Sizdeki bilginin çok azına sâhip olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?

Şöyle cevap vermiş;

-Ben bilmek için öğrendim, onlar ise bilinmek için!

***

Bir kelime;

Müstesnâ: Genel kurallara uymayan, kural dışı, kâide hârici (şey). Başkalarından farklı olan, seçilmiş, seçkin, üstün (kimse veya şey). Dışında, hâriç.

***

Efendim, sizleri ümitsizliğe sevk etmeyecek, okuyup yazmaya, düşünüp kendini bulmaya yöneltecek kısa süreli ve kaliteli yalnızlıklar dilerim. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.