“Buyur Sadık Dayı!”

“İyip yok mu?”

“Yok dayı, Gıssöğüde bağ bellemeye gitti…gün eneken anca geli…Hayrola bişe mi vadı?”

“Hayır tabi ki …şerinen merinen ne işimiz olcek…Buan Derviş Ali’nin çok selamı va…Benim bağ bellencek de dört_beş gadın buluve decedim…Ekmek aş vecen…altı gayme de yömiye…”

“Cıngıtdaki bağ mı bellencek dayı?”

“Heee…cıngıtdaki…Ekmek aş hazırlatıp yaaarın sizi bekleyem!”

Millet şindi işte gayıtdadır gün eneken baken bağ belleyicilere diye aklından geçirip ocağın ateşini yakıp üzerine saç ayağını, saç ayağının üzerine de su dolu dığanı yerleştirdi…

Fahri Hocanın garı, Cambaz Memedin Emine. Osman Çavuşun Müşerref, Sarlalının Fatma omuzlarında bel kıvrak adımlarla amatcadan, tarla ve bağların arasından cıngıtdaki bağa varıp işe koyuldular…

Oturduğu yerden kafasını çevirmeden gözünün ucu ile bellerin topraktan yarım karış yukardan toprağın bağrına hırsla saplanışlarını, bellerin sapının yere doğru hafiften eğilerek belin kavradığı toprağın gevşetilmesini, dizlerin desteklediği belin üzerindeki toprağın aşağıdan yukarı doğru hafifçe savurarak ot köklerinin havaya dikilişlerini hazla izlerken cebine davranıp tütün tabakasını çıkardı. Tabakadaki kağıtlardan birini koparıp sol işaret ve baş parmağı arasına yerleştirdi. Kağıdın üzerine tütün koydu. Tütünleri eşit, her yerde aynı seviyede olacak şekilde yaydı. Her iki elinin baş ve işaret parmaklarını kullanarak yuvarladı. Boşta kalan kağıdın üst kısmını dudakları ile hafifçe ıslatarak yapıştırdı. Sardığı sigarayı dudaklarının arasına yerleştirerek çakmağı ile yaktı. Sigarasından derin bir nefes çekip içini dolduran dumanı ağzından ve burnundan havaya salarken toprağa girip çıkan bellere, bellerin devinimine uyarlı eğilip bükülen diri gövdelere, gergin göğüslere bakındı bir süre, en çok da Fahri Hocanın Emine’sinde, Emine’nin iri üzüm karası gözlerinde, yay gibi gergin diri gövdesinde oyalandı gözleri…Bi köyün delikanlısının arkasından koşturduğu gida vamış haspanın diye aklından geçirip çipil gözlerini istemeye istemeye başka yöne çevirdi…

Kadınlar da izlendiklerinin farkında, farkında değilmiş gibi davranıp akıllarından “Sünepe köpek güya oturmuş sigara içiyor…sanki ne .ok yediğini biz bilmiyoz…” diye geçirip aralarında yarenlik edip şakalaşıyorlar…

Öğle yemeği için oturdular ellerini yıkayıp. Tencerenin kapağı açılıp bulgurlu patlıcan aşı ortaya çıkınca hepsi birbirinin yüzüne baktı ellerinde yufka sunumları isteksiz…Yarı aç kalkan da oldu sofradan yarı doymuş da…

İkindi zamanı soluklanmak için oturduklarında. Çerçi göründü elinde ne kadar dolu olduğu belli olmayan bir kese kağıdı ile…Elini kese kağıdına daldırıp bir avuç kabuklu fıstığı ortaya attı…attığı bitince bir avuç daha…bir avuç daha…Kimi ince uzun narin, kimi kısa küt, ama hepside nasırlı güneşten esmerleşmiş eller uzandı ortaya atılan fıstıklara…yeme uzanan tavuk gagaları gibi…

Fahri’nin Emine’si kara gözleri kıvılcımlanmış,

“Garılar yarın gelmiyoz bu bağa, iş bitince paramızı alıp gidiyoz…bu .ezevenk bir avuç fıstığı ile başka garıları beslesin, bulamazsa kendi bağını kendi belleyip kendi fıstığını kendi sünepe garısına yedirsin..!”

Ertesi gün o bağa gitmediler…