Çok iyi hatırladığım çocukluk günlerinde bizim köyde elektrik yok. Paran varsa lambanda varsa gaz alırsın, yoksa çıra ile aydınlanırsın. Durumun iyidir o zaman evine löküz dedikleri pompalı bir lamba alırsın, ışık azaldıkça pompalarsın. Soğuk kış gecelerinde ocağa kütük atarsın, hem ısınır hem de aydınlanırsın. Bizim köye elektrik geldiğinde 15 yaşındayım, bir yıl sonra da 2 odası bir mutfağı olan bizim eve geldi elektrik. Her odada bir ampul var, basıyorsun düğmeye yanıyor. Günün birinde ampul patlamış, ben elektrik mi kesildi yoksa ampul patladı mı diye parmağımı soktum ve ilk kez elektrik çarpmıştı o gün beni.
Bizim köye elektrik geldiğinde kahvesine siyah beyaz televizyonu ilk alan da 23 Eylül 2020 tarihinde, daha yeni (Allah rahmet etsin) aramızdan ayrılan eski muhtarlardan, “Muhteşem Süleyman” dediğim tarla komşumuz. Eskiden ev komşumuzmuş. “Ben senin doğduğun günü bilirim” diye takılırdı rahmetli. Rahmetli babam ilk evi kerpiçten yapmış, göçmüş. Haydan da eskiden evler kerpiçten ya, bizim köyün toprağı ile Haydan toprağı bir olmadığından kerpiç ev göçmüş, yıkılmış. Babamın yaptığı ikinci ev yanmış. Ben hatırlamıyorum, annemin dediğine göre yangında kendimi arığa atmışım, öyle kurtulmuşum. Günün birinde kahvede Muhtar Muhteşem Süleyman’a dedim ki:
-Muhtarım yeni öğrendim, bizim yanan evi sen yakmışsın.
-Kim dedi?
-Onbaşı amcam.
-Onbaşı amcanı getir yüzleşelim, bakalım karşımda konuşabilecek mi?
-İyi de Muhtar Süleyman’a söyleme, dedi.
İnanmıştı rahmetli Muhtar Muhteşem Süleyman.
Yolumuz yok gitmeye, suyumuz yok içmeye. Yol dediğin her taraf çamur, ne asfalt var ne de parke taşlar. Ayaklarda siyah üstüne kırmızı yamalı naylon ayakkabılar. Bizler o yamalı ayakkabıları giydiğimiz için şükreden nesilleriz…
Suyu komşumuz Okkalı Mehmet dede vardı, evinin önündeki tulumbadan taşırdık. Daha sonraki yıllarda Gençali dayı bizim evin önüne bir tulumba çaktı. 14 yaşında iken dağdan su getirdiler ama çeşmeyi açıyorsun suyun içinden her bir şey geliyor. Dağda suyun başında ölen hayvanların kurtları da geliyor…
Şimdi olduğu gibi tüp ile çalışan ocaklar yok. Odunda suyunu kaynatırsan yemeğini yaparsın, çamaşırını yıkarsın. O zor yılların çileli kadınları çok çalışkandı. Sabah ezanı vakti kalkarlar, yatsı ezanına kadar çalışırlardı…
Çocukluk yıllarında ineğimiz, buzağımız, danamız, keçimiz ve üç de atımız vardı. Kırat, Topalat ve Körat adında. Çiftler tahta sabanla atla, eşeklerle sürülür, değirmene de at ya da eşekle gidilirdi…
Darılar imece usulü soyulur, lokum dağıtılırdı.
Çamaşır, bulaşık makinesi gibi alet edevatlar yoktu, bilinmezdi.
O günleri de yaşayan, gören biziz, bugünleri de…
Elektrik ile birlikte tanıştığımız televizyonda Ediz Hun filmlerini büyük bir hayranlık ve saygı ile izliyoruz. Bizim köyün yaşlılarının dediğine göre elektriği bulup bizim köye gönderen adam Ediz Hun. Elektrik yokken bizim yaşlı amcalar, “Amerika da bir adam konuşacak, evimizde hem dinleyecek hem de göreceğiz” demişlerdi. Bunu bilen amcalar elektriğin de kim, kimler tarafından bulunup bize gönderildiğini elbet bilirlerdi.
Edison’u, Ediz Hun sandığımız o güzel günler…