Durdu. Bal rengi gözlerin içinde bir ara tutunup orada kalmak istedi…tutunamayıp sürüklendi derinliklere doğru. Sürüklenirken bir an düşündü…Sonra düşünmeyi de düşünceyi de oluruna bıraktı. Daha sonra; kendi kara gözleri bal renkli gözlere mi, yoksa bal renkli gözler kara gözlere mi yaklaştı bilemedi. Kara ve bal rengi gözler iki genç, diri, istekli gövdenin içinde eriyip yok oldular…

İçinden bir şeyler koparak, soluğu tıkanarak, ayakları diz bağlarından çözülerek, ensesinden kuyruk sokumuna kadar içinde boydan boya bir ürperti, bir seyrime …ayakları sürüklenir gibi eğri büğrü eve, kapıda gitme dercesine bakan bal renkli gözlere, gergin diri gövdeye, soluk bez entarinin göğüs bölümünü geren kabarıklığa baktı…Sonra kararlı geri döndü. Avluyu hızlı adımla geçip yolda bekleyen delikanlıların arasına karışıp ilçeye doğru giden tozlu yola yürüdüler…Arkalarında, ayaklarından adımlarından kalkan küçücük toz bulutları…umut…belki de umutsuzluk sıra dağları…

Bal renkli gözler…Kara gözlerin arkasından bir süre koştu gitti. Koştu…koştu…koştu…baktı yakalamayacak…Önce umudu, sonra dizlerinin dermanı tükendi. Kapının eşiğine çöktü. Elleri başında çömeldi. Sonra oturup kapıya sırtını dayadı. Gün evlerin arasından geçip giderken gölgeler uzadı. Sırtını dayadığı evden çıkıp gelen karanlık evden dışarı, sokağa taştı. Önüne gelen ne varsa kucakladı, sarmaladı. Güneş karanlıktan mı kaçtı, yoksa karanlık mı aydınlığı kovaladı…önce tek tük belli belirsiz, sonra çoğalarak ve daha parlak ve gittikçe daha da parıldayarak göz kırpan yıldızlar…

Bal renkli gözler attı kendini yatağa…sağa döndü…sola döndü…o döndükçe yorgan, yorgan döndükçe çarşaf, dönüp durup sarmal oldular…Taaa yıldızlar kaçıp yuvalarına dönerken serilip kaldılar…Yorgan bi tarafta, çarşaf öbür tarafta yerlerde, diri gövde sere serpe…Günler geceleri, geceler karanlıkları, karanlıklar istekleri, istekler çaresizlikleri kovalarken genç diri gövde kendini dışarı atıp özgürlüğe atmak isterken karşısında kara gözler…Uzanıp yakalamak isteyip de erişemediği kara gözler…

Bir gün bal rengi gözlerin kapısı vuruldu; kapıda bir asker, askerin elinde bir mektup, umutla sordu,

“Seyidimden iyi bi haber mi?”

Asker başını yana eğerken fısıldadı,

“Keşke, öyle olsaydı…”

Bal renkli gözler yığıldı kaldı. Yığılıp kaldığı yerden kalktığı andan itibaren artık hiç bir şeyin önemi yoktu. Her şeyi olan kara gözler yoktu artık…Her renkteki gözler hayatına girmeye, girip çıkmamaya başladı…Kara gözler karanlığa, uçmağa karışıp gitmişti…

Söylenti, dedikodu alıp yürümüş bal renkli gözlerin abisi sokağa çıkamaz olmuştu. Bir gece abi, bal renkli gözleri, gözlerin sahibini yakaladı. Bohçaladı. Kara pençeleri ile gırtlağına sarılıp sürükleyip götürdü. Önce Şekten Amadın köşeyi döndüler, sonra sağda Demircilerin evleri, bal renkli gözleri taşıyan gövde, ayaklar üç beş adım daha sürüklenince soldaki Gırellerin evleri de geride bırakıp irime, bağların bahçelerin arasına saptılar. Abi atmaca; bal renkli gözler yavru bülbül…atmacaya direnemedi, zaten kara gözlüsü gitmiş yaşamın pek de anlamı kalmamıştı …ama umut bu gözlerini gökyüzüne çevrilip yırtındı, “Seyitttttttttttttttttt!” Abinin öbür kara eli acımasız uzanıp ağzını tıkadı. Yıldızlar taş arandılar, bulsalar kara eli kıracaklar…bulamadılar…

Abi, bal renkli gözleri sürükleyerek Küfü Çayına kadar götürdü. Çayın sürükleyip getirdiği bir taşa uzandı.Çay taşa sımsıkı sarıldı. El taşa yapışıp asıldı, çay bırakmadı. O asıldı, öbürü bırakmadı…En sonunda taş yerinden oynayıp bal renkli gözlerin tepesine tepesine indi…Genç, diri gövde; yıllardan beri sessiz,suskun akan suların getirip çayın kenarlarına serdiği yumuşak kumların üzerine cansız yığılırken yıldızlar gözlerinde öfke parıltılarını kızgınlıkla gönderdiler…Abinin kirlenen namusu hala kumların üzerinde meydan okur gibi yatıyor, bal renkli gözler yıldızların parıltıları ile birleşip abisinin yılan gözlerine dikilmiş bakıyor…. Abi, sivri kayrak bir taş buyup başladı kumları kazmaya…Kazdı…Kazdı… Kazdı…Kumların üzerinde yatan gövdeyi sürükleyip çukura attı. Çukurun üzerine olanca taşı bulup taşıyıp yığdı. Üzerine çalı çırpı serip tekrar taş toprakla örtü. Kirlenen namusunu geride bırakıp köye doğru yürüdü…

Oysa kara gözler yaşama tümden kapanmamıştı. Altı sene süren askerlik sonrası Seyit, kara gözlerinden birini askerde bırakmış olarak köye dönmüş, kapısı çoktan kapanıp viraneye dönüp yıkılmaya yüz tutmuş evin önünde dikilip kalmış, suskun, sessiz, elleri böğürlerinde bekleşen kadınlara tek, acıdan buğulanmış kara gözünü çevirdi. Öbür gözler, tek kara gözün sorusuna ne diyeceklerini bilemediklerinden ötelere, uzaklara kaçıştılar…

Toz toprak içindeki, eşiğine zil zibil doluşmuş kapının önüne oturup uzun süre düşündü.. Sonra “Vatan sağ olsun!” diye fısıldayıp başını dizlerinin arasına gömdü. Kalan tek gözünden akan yaşlar eski püskü, kir pas içindeki ayağındaki pantolona ılık ılık akarken içinde sessiz çığlıklar, fırtınalar kopuyor, zayıf omuzları beli belirsiz sarsılıyordu…