Sıcak bir yaz günü, kara sabanın arkasında adım adım gidip gelip, arkasında bıraktığı, kara sabanın bir karış derinliğindeki topraktaki kımıl kımıl kımıldayan solucanları, solucanları kapmak için dolaşan leylekleri ve sığırcık kuşlarını, alalı sarılı çiftçi kuşlarını düşünürken bitirdi tarlayı sürme işini ve öküzleri saldı boyunduruktan…Öküzler yöneldi anlarda yükselen diz boyu ayrıklara. Kopan ayrık otlarının kokusu yayıldı uzaklara…Cebinden çıkardı tütün tabakasını, oturdu yaşlı ahlat ağacını altına, bir tutam tütün koydu parmakları arasındaki tütün kağıdına, tütünü yaydı parmaklarının usta dokunuşları ile, sonra başladı yuvarlamaya tütünün üstüne kağıdı, yuvarlama tamamlanınca diliyle ıslatıp yapıştırdı. İki uçtan sarkan birkaç tütün parçasını parmağının ucu ile fiskeleyip düzleştirdi. Cebinden çakmak taşlarını, kav keseciğini çıkardı. Keseden minicik bir parça koparıp çakmak taşına yerleştirdi…Başladı taşları birbirine çakmaya…Tutuşan kavdan dudakları arasına yerleştirdiği sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti, çektiği nefesi dışarı salarken ağzından burnundan yayılan dumanlar dingin maviliğe doğru belli belirsiz daireler çizerek birbirlerine karışarak ırayıp gittiler. Anlardaki ayrık otlarını koparıp yutan öküzlere, yerinden yurdundan çoluk çocuğundan belki de yarinden koparılıp alınan ayrık otlarının sessiz çığlıklarına, hemen öküzlerin ayakları dibinde dolanıp uzun kuyruklarını sallayan alalı sarılı çiftçi kuşlarına, biraz daha uzakta dolanıp leyleklere baktı bir süre…
Öküzleri kağnıya koşup köye doğru sürdü. Biraz tarlaların arasından gittikten sonra dar, tozlu, iki yanında kesikler uzanan yola çıktılar. Öküzlerin ve kağnının tekerlerinden kalkan toz bulutunun eşliğinde suyu iyice çekilmiş olan Ganlıgöle, gölün solundan gömütlüğün önünden kıvrılıp köyün ilçeye doğru çıkışına yöneldi öküzler kendiliğinden. Öküzler iki kanatlı koca ahşap kapının önünde durup kapının açılmasını beklediler. İndi kağnıdan, kapının iki kanadını da açtı. Öküzler avludan içeri girdi kağnıyı arkalarından sürükleyerek. Sonra kendiliğinden durup boyunduruktan salınmayı beklediler. Önce ivecen olan boynuzları daha uzun olan salındı sonra öteki. Boyunduruktan kurtulan avludaki tulumbaya, tulumbanın önündeki su dolu ahara gittiler su içmeye…
Köy içinden değil de sığır yolundan Çayır daha yakın diye düşünüp öküzleri sığır yoluna doğru sürdüm. Elimde uyduruk bir değnek on yaşlarımda ancayım. Ganlıgölü geçip sığır yoluna doğru yönelip iki üç dönüm başı gidip gitmemiştik ki öküzler kazık gibi durup ayaklarını öne doğru direyip başlarını yolun solundaki yaşlı iğde ağacına çevirmiş; iğde ağacının altındaki kesiğe, kesikte ki oyukta birbirlerine dolanıp sarmal olmuş bilek kalınlığında ki iki yıllana, yılanların sevişirken çıkardıkları çığlıklara büyülenmişcesine bakıyorlar…Bende büyülendim, korktum, donup kaldım. Korkumu güç bela yenip usulca öküzlere “Hooo!” deyip geçip gitmek istedim ama kımıldatamadım, kımıldatamayınca korka korka öne geçip öküzleri geri çevirdim. Tekrar köy içine gelip köy içinden geçip öküzleri çayırdaki çobanın sürüsüne katıp köye dönüyorum. Tam eski Haydan camisinin önüne gelmiştim ki baktım iki öküz ardında Gırlioğlu, usulca yandan sıvışıp gitmek niyetindeyim ki Gırlioğlu seslendi,
“Yeğenim şunları çayıra gezeğe gatta gel!”
“Valla dayı çok yorul…” dememe kalmadı suratımda bir şamar şakladı arkasından bir şamar daha … Gırlioğlunun öküzlerinin arkasında, iki yanağım da alevler içinde çayıra doğru yollandım.
İkindiye doğru eve vardığımda baktım babam evden çıkmış avluya doğru geliyor ben kuzuların olduğu ağıla doğru yönelirken babamın öfkeli buyurgan sesi,
“Buraya gel!” Başım öne eğik sese doğru yürüyüp yamalı ayakkabıların önünde durdum. Ayakkabıların üzerine hafiften sarkan şayak pantolonun dizlerindeki kocaman
yamalara saplandı kaldı bakışlarım. Babamın deniz mavisi gömgök gözleri ile karşılaşmak istemiyor gözlerim…Elle tutulacak kadar yoğun olan sessizliği yine babam bozdu,
“Büyüyüp eşek kadar oldun olmasına da adam olmadın; büyük nedir, büyüğe saygı nedir öğrenemedin gitti…Dersini Gırlioğlu vermiş…Ellerine sağlık iyi de etmiş…Böyle bir davranışını duyarsam eşek sudan gelinceye kadar döverim bilmiş ol, şimdi kaybol gözümün önünden!” diye öfke saçınca Kös kös kuzular önde, ben arkalarında kırlara doğru yürüdük…