Şimdi güzelim kaşlarını çatıp, o sıcacık bakışlı gözlerinizde hafiften dalga geçen parıltılar ve dudaklarında alaycı kıvrımlarla aklınızdan“ aaa, öyle mi? Hani bisikletle Işıklı Gölü’nün etrafında atmış yetmiş kilometrelik tur atıp, bisikletle Akdağ’ın Sandıklı Ovasına bakan tarafında ki Kocayayla’ya gittiğini ballandıra, ballandıra anlatıp kasım, kasım kasılıp böbürleniyordun?”…diye aklından geçirdiğini görüyor gibiyim.

Orası öyle de, bu benim ilk düşüşüm değil, belki son düşüşüm de olmayacak. Zaten bisiklete binmeyi öğrenirken de Çivril yolundaki hendeklere yuvarlanıp az toza toprağa bulanıp, az milleti kendime güldürmemiştim.

Biliyor musun, düşüp sağını solunu kırarsın diye babam asla bisikletini bana vermedi. Babam dışında kimden bisikletini istedimse de hiçbiri beni geri çevirmedi. Senin de tanıdığın birkaç arkadaşlarımla bir gün bisikletlerle dağa pikniğe gitmiştik, tabi ki bendeki emanet bisiklet, çaydan geçerken bisikletten düşen tek ben olunca arkadaşlar benle dalga geçip “Baban bisikletini vermemekte haklı imiş, onun yerine biz olsak biz de vermezdik!” diye alay etmişlerdi. Düştüğümü duydular ya şimdi bile tefe koyuyorlar…

Onların bilmedikleri bir iki tane daha bisikletten düşme hikâyem var anlatayım; Antalya’da bir gün şehir merkezindeki bir yere yetişmem gerekiyordu. En çabuk bisikletle giderim diye bisiklete atladım. Son sürat gidiyorum. Gittiğim yol, otomobillerin gittiği yolun sağında daracık bir şerit. Arabalar kırmızı ışıkta durunca tam ben geçerken duran arabalardan birinin kapısı açıldı ve ben küüütttttt diye kapıya çarpıp kaldırıma savruldum. Düştüğüm yere sakız gibi yapışıp kalmışım. Bir süre kımıldayamayıp öylece kaldım. Başımda bir sürü insan toplandı. Kimi “ambulans” diyor, kimi “vah vah” çekiyor, biride kulağıma doğru eğilmiş “kulağı kanıyor!” diyor. Kulağı kanıyor diyene başımı hiç oynatmadan sordum;

-Kanama kulağın içinden dışa doğru mu, yoksa kulağın dışında yırtılma var da, orada mı?

-Dışında bir yerde, deyince

Duyduğumdan memnun “öyleyse bir ..ok olmaz!” deyip gülümsedim.

Yine Antalya’da bir gün bisikletle eve gidiyorum; gittiğim yer geliş gidişli genişçe bir yol. Yolun sağında arka arkaya park etmiş bir sürü araba var. Tam önünden geçerken park halinde olan arabalardan birinin kapısı aniden açıldı. Ben hızla kapıya çarpınca yola savruldum. Yaratanın şanslı kulu olmalıyım ki o anda arkadan bir araba gelmiyormuş… Düşmeye ve kapı çarpmasına bağışıklık kazanıyor olmalıydım herhalde… Bir şeyim yoktu bu kez… Toparlanıp bisiklete binip eve doğru yollandım.

Son düştüğünde “n’oldu?” diye sorarsan; sağ dirseğimde ve sağ dizimde derince üç beş sıyrık. Sağ omzumda ilk gece beni uyutmayan bir ağrı var… Ama bunlar önemli değil senin deşip gittiğin ve bir türlü iyileşmeyen yaranın yanında.