Herkesin iyi bildiği gibi; Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’da tamamen gücünü yitirip çekilmesi, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u almasıyla tamamlanıyor. Tarih zaman içinde bir süreç işidir. Biz Türklerin topluluklar halinde 1071’den önce de Anadolu’da var oldukları biliniyor. Bunu, Türklerin bıraktığı Türk runik yazılardan da anlıyoruz. Türklerin Anadolu’ya 1071 yılında gerçekleşen Malazgirt Savaşı’ndan sonra gelmesi, Anadolu’nun kapılarının Türklere açılması süreç içinde bir devlet kurma anlamındadır. Yani, bir devlet kurma anlamında Anadolu’ya gelmeleri tarihi 1071’dir. Bu bir çelişki gibi görülse de Türkler topluluklar halinde Anadolu’ya daha önceki tarihlerde gelmiştir. Devlet kurma anlamında bu gelişleri sağlayan Selçuklulardır. Karadeniz’in ve Marmara Bölgesi’nin bir bölümü hariç, Anadolu’nun büyük bölümü, bize Selçuklu Türklerinin armağanıdır. Anadolu’da devlet olabilme gücünü göstermiş ve Osmanlı’nın beylikten devlete ve imparatorluğa geçişini ve gelişimini tarihsel süreç içinde hazırlamıştır.

Bizler için sevindirici olanı, Anadolu’nun 1071 öncesi ve sonrası tarihsel izlerin Çivril’de de görülmesidir. Malazgirt Savaşı’ndan sonra ikinci önemde olan Myriokephalon Savaşı’nın önemli bir bölümü ilçemiz sınırları içinde geçtiği belirgin hale gelmiştir. Açıkça ifade edilmesi gerekir ki, artık kabul görmeye başlayan Düzbel Geçidi’dir.

Bu savaşın Anadolu Türk tarihi açısından önemi nedeniyle, birçok yer sahiplenmekte ve kendi sınırları içinde olduğunu ileri sürmektedir. Bu yerlerin sayısı azalacağı yerde yıldan yıla artmakta ve bu durum da konuyu daha karmaşık hale getirmektedir. Bu yerler şimdilik il bazında Denizli, Isparta, Afyonkarahisar ve Konya’dır. Türk Tarih Kurumu başta olmak üzere, diğer illerin üniversitelerin ilgili bölümleri ve belediyeler bu konuda çaba harcamaktadır. Bu çabaları elbette saygıyla karşılıyoruz. Ancak ne yazık ki yöntem yanlışlığı var.

Kimi zaman bu yöntem yanlışlıklarının kargaşaya yol açtığını ve bazı illerin bu savaşın kendi bölgelerinde gerçekleştiğini kesin olarak ifade ettikleri görülüyor. Aslında kesin olan, kesin sonuca ulaşılan bir durum söz konusu değildir. Yani hiçbir görüş kesin olarak yüzde yüz bilimsel verilerle kanıtlanamamıştır. Bu konuda sürdürülen çalışmalar ülkemizde tek elde toplanmadıkça sonuca ulaşılması mümkün değildir. Bu savaşın yeri 18. Yüzyıldan Avrupalı tarihçiler tarafından yoğun biçimde araştırıldığı, ancak yine de bir sonuca ulaşılamadığı biliniyor. O yıllarda ne gibi hatalar yapıldı, yöntemleri neydi bilemeyiz. Ancak ülkemizdeki bu konudaki çalışmaları tahlil edebiliyor ve görüp yorumlayabiliyoruz.

Konuyla ilgili üniversiteler, bireysel çalışmalarını ayrı ayrı yürütüyor. İlgili kurumlar da öyle. 17 Eylül haftasında neredeyse her bölgede sempozyum, çalıştay ve toplantılar olacak. Bu çalışmalarda herkes kendi bölgesini öne çıkarmaya çalışacak. Bunun yanında, kimi zaman haklı, kimi zaman da ipin ölçüsü kaçar biçimde dışarıdan konuyla ilgilenen tarihçilere “meraklı” yaftası yakıştırılarak ayar vermeye çalışılacak. Bir sonuca varılacaksa bu tavırlar sürdürülsün. Ama konuya çözüm getirmeyecek.

Keşke kendilerinden olmayanı dışlamak yerine, bu konuda uğraş veren üniversiteler özerk bir çatı altında birleşseler ve ellerindeki kanıtlanması istenen konuya göre değil de, sadece gerçeği araştırsalar. Ne yazık ki şimdilerde yoğun biçimde her üniversite (ilgili bölümleri) kendi bölgesini öne çıkarıcı çalışmalar yapıyor. Konu tarih de olsa bilimsel çalışmalarda önce sonuca varma ve daha sonra bu varılan sonuçlara göre araştırma olmaz. Bu tür yanlı çalışmalarla sonuca ulaşılmaz. Çözümü araştırılacak olaya tarafsız bakılır ve varılan sonuçlara göre ön çalışmalar belirlenir. Bu, tüm üniversitelerin ortak çalışmasıyla yürütülür. Gerekirse uluslar arası desteğe de ihtiyaç duyulur. Böylece varılan sonuçlar ortak sonuçlardır ve ortak kabul görür. Böylece herkesin kabul edeceği tarihsel veriler oluşturulur. Bir de ortak donanım oluşturulmasının yolu açılır. Bu konuya ışık tutan görsel ve dijital bir kütüphane oluşturulur. Kendi ülkemizden veya diğer ülkelerden konuya ilgili kişilerin katkısı da sağlanmalıdır. Şimdi bu doğru yöntemleri meraklı tarihçi diye suçladıklarınızdan ve ilgili toplantılarda görmezden geldikleri birisi mi söylemesi gerekir? Artık her söze başlandığında “meraklı tarihçi” diye birilerini suçlamayı, onları dışta bırakmayı bir yana bırakınız. Çünkü Myriokephalon Savaşı’nın gerçekleştiği ile ilgili günümüzde on dört ya da on beş görüş var ve bunlardan sadece iki veya üç tanesi “meraklı tarihçi” diye tanımladıklarınızın kendi ortaya koyduğu. Ancak bu savaş her adı geçen yerde değil, sadece bir yerde olmuştur ve ilgili görüşlerden en azından on üç tanesi yine akademisyenlerin, tarihçilerin ortaya koyduğu görüşlerdir. O halde eleştirilmesi gerekenlerin oranı ve kim oldukları bellidir.

Konunun bütünüyle ilgisi yok ama, okurların hoş görmesini dileyerek, Kûfi Çayı Boğazı görüşü ile ilgili tarihsel gerçeklerin kamuya açıklanmasını yine o görüşü savunan akademisyen ve hocalardan yine bu köşeden talebimi yineliyorum; Kûfi Çayı Boğazı ile daha önce sorduğum sorulara açık yüreklilikle cevap verilmesidir.