Son yıllarda Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte adına “Doruk Diplomasi” denilen yöntem ön plana çıkmaya başladı. “Doruk Diplomasi” yönteminde Dış İşleri Bakanlığı bürokratları yerine Cumhurbaşkanı seviyesinde sorunlar çözülmek istenmektedir. Esasen en üst seviyede tıkanma olduğunda çözüm zorlaşmaktadır. Alt seviyede diplomatlar konuyu olgunlaştırıp en üst seviyede imza aşamasında en üst yöneticinin devreye girmesi doğru bir hareket tarzı olarak değerlendirilmektedir.
Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin alınarak henüz aktif hale getirilmemiş olması ani ve tutarlı olmayan bir karar sürecini bize göstermektedir. Bunun yanında F-35 savaş uçaklarının üretim ve tedarikinde ülke olarak saf dışı bırakılmamız yine bir karar sürecinin sonucundaki kaybımızdır. S-400’lere verilen yüksek meblağdaki ödemeler ve F-35’lerin parasını verdiğimiz halde tedarik edemeyişimiz ağır mali kayıplarımıza neden olmuştur.
İç Politik uygulamalar da dış politik uygulamaları destekler mahiyette olmalıdır. Dış politika, ülke hak ve menfaatleri yönünde belirlenmelidir. ABD’nin Karadeniz’e savaş gemilerini sokabilmek için Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni zorladığı bilinmektedir. Türkiye, dengeler açısından ABD’nin Karadeniz’e girişini önleyecek politikalar üretmesi gerekirken Kanal İstanbul projesi ile ABD’nin Karadeniz’e çıkışını kolaylaştırabilecek bir tutum içerisine girmektedir. İç politik uygulamanın dış politik uygulamayı zorlaştırdığı değerlendirilmektedir.
Yukarıdaki örnekler bize göstermektedir ki kurumsal hafıza kaybı, geleneklerden uzaklaşma, iç politik inatlaşmalar, hatalı dış politik uygulamaların önünü açmaktadır. Yanlış uygulamaların sonuçlarını bu günler de hissetmesek de gelecekte ağır bir şekilde hissedeceğiz. Yeni sistemle dış politik uygulamaların doğru zeminde olduğu söylenebilir mi?