Anam ve babam nereye, ne zaman gitmişlerdi bilmiyordum. Zaten bilip bilmememin hiçbir önemi de yoktu. Evde kardeşim ile idik. Ekmek tenceresinde yufka ekmek, tel dolapta peynir vardı. Ben kardeşime bakacak, ekmek tenceresindeki ekmek ve tel dolapta ki peynir ile de karnımızı doyuracaktık.

Karnımızı doyurur, sinekleri kovalar ve bunlarla oyalanıp dururken evimizin avlu kapısı açıldı, açılan kapıdan benden dört beş yaş büyük olan Osman Ağabey girdi. Osman Ağabey, babamın uzaktan akrabalarından…Beni sever…ne yalan söyleyeyim bende onu çok severim.

Kardeşim Meryem’le Osman Ağabeye doğru koştuk. O da gülerek bize geldi.

Osman Ağabey; konuşkan, işlek zekalı…Bense, azkonuşan nerede ise konuşmayan biri…

Kardeşim Meryem, bir konuşana, bir konuşmayana bakıyor…

Konuşan dedi ki Meryem’e,

Biz şimdi bakkala gidip sana fındık fıstık alacağız, gelirken de lokum getireceğiz…

Lokumu duyunca kardeşimin gözleri irice açıldı…

-Essah mı diyon ağabey?

He vallah!

Bakkala gidip ucuzundan ıvır zıvır alıp kardeşimin önüne koyduk. Sonra kapıyı üstünden kapayıp evden çıktık…

Osman Ağabeylerin kısrakların birinin üzerinde ben köyün çayırına vardık. Baktık ki, köyün gençleri sarılıkta ki söğüt ağacının altında oyuna tutuşmuşlar…Bizde katıldık onlara…Sanırım kendimizi iyice oyuna kaptırmışız…zamanın nasıl geçtiğini fark edemedik…Belki de herkes farkında idi de, ben farkında değildim. Sonra birden köyün sığırtmacı “hoooo…hoooo…” deyince…akşamın yaklaşmakta olduğu kafama dank etti…

Bir an için öylece kalakalmışım…

Sonra aklım başıma geldi ve başladım köye doğru koşmaya…

Kardeşim…

Anam…

Delicesine bir yarış başlamıştı…

Çılgınca…o güne değin koşmadığım kadar hızlı, bir o kadar da duraklamaksızın koşuyordum…

Kalbim delicesine göğüs kafesimi zorluyor…

Soluğum içime sığmıyor…

Bir ter…

Ensemden başlayıp kürek kemiklerimin ortasından belime doğru süzülürken…

Kaşlarımdan kurtulan bir ter damlası gözümü kucaklıyor…

Yanan gözümden ağzıma doğru süzülen gözyaşı,

Ağzımda bir avuç dolusu tuz tadı…

Eve vardım…

Kapıda anam…

Anamın elinde bir sopa…

Anam ve ben…

Ben ne anama, ne de sopaya bakıyorum…

Aklım da kardeşim…

Anam benim yakamdan hışımla kavrayıp sürüklercesine samanlığa sokup, samanlığın orta dikmesine bağladı…

Yoruluncaya değin sopayla dövdü…Dövdüğü ile yetinmeyip akşam olup babam eve geldiğinde “bu dölünü ben terbiye edemedim, sen ne edeceksen et!” deyince babam; bir samanlığın dikmesinde bağlı haşatı çıkmış durumda olan bana, bir anama, bir kan ter, toz toprak içinde tanınmaz durumda olan suratıma baktıktan sonra anama ters ters bakıp;

-Zaten, Allah yarattı demeden çocuğun keşkeğini çıkarmışsın, üstüne üstlük birde bana dövdürmeye çalışıyorsun, çabuk çöz çocuğu tepemi attırmadan!” deyip çekip gitti.