Bir yandan kazandan çamaşır çıkarıp önündeki leğende kille ovalayıp tokaçlamakta, bir yandan da tokaçladığı çamaşırların gök olanlarını tulumbanın önündeki su dolu harara atmakta, beyazları ise tokaçlayıp tekrar kaynayan kazana atmaktadır.

Killeme, çitileme, tokaçlama derken, çamaşırlar yıkanıp kuruması için asılınca sıra gelmişti çocukların yıkanmasına, eve doğru ünledi;

Ahmet! Meryem!

Biraz sonra kapıda on yaşlarında kısa saçlı, yanakları güneşten kavrulup kel kel olmuş, açık renk gözlü, sağlam yapılı ortaca boylu bir oğlan çocuğu ile dört beş yaşlarında, saçları iki örük olarak örülmüş buğday benizli bir kız çocuğu göründüler…

Çocukların, “Ana su sıcak, yandım!” , “ Ana acıttın!” demelerine kulak asmadan iki çocuğu da çamaşır çitilercesine yıkadı. Yıkanma öncesi örüğünü çözdüğü Meryem’in saçlarını sıkıca yeniden ördü. Örerken Meryem’in “Öf ana, canımı acıttın!” türü yakınmalarına kulak asmadı… Yıkanmaları sonrası çocukları eve doğru savuşturdu. Çocuklar eve doğru giderken avluda gezinmekte olan tavuklar horoz önde avludan çıkıp Çivril yoluna doğru yönelip sağdaki iki evi geçip boş olan tarlaya girdiler. Girince, kimi tarlanın biçilmiş arpa sapları arasına dökülmüş arpa tanelerini gagalamaya, kimide tarlanın kenarlarındaki iğde ağaçlarının altında iğde didiklemeye başladılar…

Altan ile Osman; ellerinde sapan, o iğde ağacı benim, şu armut ağacı benim… Şu serçe… Şu sinek kuşu… Şu koca kafa… Şu sığırcık… Derken elleri boş hiçbir şey vuramadan dolanıp durmuşlar… Ve yorgun argın tarladaki en büyük, ulu iğde ağacının gölgesine oturmuşlar. Onlar otururken iri bir karatavuk gelir, iğdenin altına dökülmüş iğdeleri gagalamaya…

Altan Osman’a, Osman tavuğa bakar. Sonra, Osman ve Altan’ın gözleri birbirlerinde, daha sonra da birbirlerinde kenetlenen gözler tavukta yoğunlaşır. İkisi de ellerindeki sapana birer taş yerleştirir… Ve sapanlara yerleştirilen taşlar vınlayarak ikindi sıcağını yırtar gider…

Akşam, anam elinde yem dolu tas “gıdı, gıdı…” diyerek tavukları yemlemeye çağırınca tavuklar kümesin önüne biri sağdan, biri soldan gelip serpiştirilen yemleri kapışmaya başlar… Anamın dikkatli gözleri tavuklardan birinin eksik, eksik olanın da anaç karatavuk olduğunu fark eder… Bir süre bekler, belki er geç gelir diye… Gelmeyince kümesin kapısını kapatır…

Her zaman olduğu gibi herkes yattıktan sonra o da yatar. Yatar yatmasına da bir türlü uyuyamaz… Aklı kaybolan karatavukta kalmıştır… Sağa döner, sola döner… Uyuyamaz… Dönelerken bir şekilde uyuya kalır… Yarım yamalak uyku arasında… Tavuk, sapan, sapan taşı… Altan, Osman… Uykusuna girip çıkar, girip çıkar…

Ertesi kuşluk, doğru Deli Mahmutların tarlaya gidip; her ağacın altını, nerede ise tarladaki her arpa sapının dibini gözden geçirip hiçbir iz bulamayınca doğru Deli Mahmutların eve, evin ters atıldığı yere gider, terslikte yeni eşelenmiş bir yer görüp kazınca, kaybolan karatavuğun tüylerini bulur…

Karatavuğun yerine, Deli Mahmutların kümesin en iri tavuğunu alıp gülümseyerek evine doğru yürür…