Dünyanın bize sunduğu bir yıllık doğal kaynaklarını ilk altı ayda tükettik! Gelecek altı ayı, 2020 yılından borç alarak yaşayacağız.

İnsanlığın, dünyanın sunduğu yıllık doğal kaynaklarını tükettiği gün olan Küresel Limit Aşım Günü belirlendi. Dünya üzerindeki yenilenebilir kaynaklar ile insanların bu kaynaklara yönelik talebini değerlendiren araştırmalar yürüten

Küresel Ayak İzi Ağı’nın (Global Footprint Network) verilerine göre, Türkiye bugün (27 Haziran) limiti aştı. Yani doğanın kaynaklarını ilk altı ayda tükettik; kalan altı ayı ise 2020’den borç alarak geçireceğiz.

Küresel Limit Aşım Günü, dünya geneli için ise 29 Temmuz olarak belirlendi. Türkiye, bu yıl doğal kaynakları dünya ortalamasından 32 gün önce tüketti. Türkiye 2018’de limitini 11 Temmuz’da aşmış; bu tarih dünya ortalamasının 21 gün öncesine denk gelmişti.

İki Dünyamız Varmış Gibi Tüketiyoruz

İnsanlığın kurduğu ekonomik ve toplumsal sistemler, doğanın sunduğu ekolojik kaynaklar tarafından destekleniyor. Ancak dünyadaki herkes ortalama bir Türkiye vatandaşı gibi yaşıyor olsaydı; doğanın bir yıl içinde yenileyebildiği bu kaynakları 27 Haziran’a gelindiğinde tüketmiş olacaktık. Bu durum, mevcut tüketimimizi karşılamak için bir dünyaya daha ihtiyaç duyduğumuz anlamına geliyor. Yani, iki dünyamız varmış gibi tüketiyoruz. Oysa ekolojik kaynakları aşırı tüketmenin sonucunda;

-Ormanlar yok oluyor.

-Biyolojik çeşitlilik kayboluyor.

-Balık stokları azalıyor.

-Tatlı su kaynakları yitiriliyor.

-Toprak erozyona uğruyor.

-Hava kirleniyor.

-İklim değişiyor.

Dünyanın Ekolojik Çöküşünde Rolümüz Var

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)

Genel Müdürü Aslı Pasinler, limit aşım tarihlerinin ciddi bir sorunun göstergesi olduğunu belirtiyor: “Türkiye’nin Ulusal Limit Aşım Günü, rekor bir sıçrama ile 14 gün öne gelerek, yılın ilk altı ayına kaymış durumda. Bu durum dünyamızın ekolojik çöküşünde bizlerin de rolü olduğunu gözler önüne seren ciddi bir gösterge.”

Pasinler, iklim değişikliğine karşı devletin, sivil toplum kuruluşlarının ve bireylerin üzerlerine düşen sorumlulukları üstlenmesi gerektiğini vurguluyor: “Devletlere iş düştüğü muhakkak, ancak bireylerin, kurumların, STK’ların da sorumlulukları büyük. Bireyler olarak atığımızı azaltarak işe başlayabiliriz. Eskisi gibi pazara file ile gitmek, evden çıkarken yanımıza matara almak, pipet kullanımından

vazgeçmek, daha fazla bisiklete binmek, taşıt kullanmak yerine yürümek veya toplu taşıma kullanmak gibi günlük hayatımızda yapacağımız ufak değişikliklerin toplamda etkisi tahminimizden çok daha büyük. Kurumlar olarak, her sektörün ‘sosyal sorumluluğu’ bir proje olarak görmek yerine ‘iş yapış şeklini dönüştürmek’ olarak benimsemesini önemsiyoruz. Finans sektörünün çevre dostu olmayan yatırımları reddetmesi bu iş yapış şekline bir örnek. Devletler açısından ise bir enerji devrimi yaşanması gerekiyor. Birçok ülke kömür santrallerini kapatma kararı aldı. Ülkemizde, bundan sonra yapılacak yatırımların güneş ve rüzgâr odaklı olması, teşviklerin de kömürden bu alana kaydırılması çok önemli adımlar.”