Arada dersi yarıda kesip, tebeşir bulaşığı olan elini üstüne değdirmemeye özen göstererek ellerini arkasında kavuşturup iri kara gözlerini en öndeki sıradan başlayarak tüm öğrencilerin üzerinde tek tek gezdirip kimin kendisini dinleyip kimin dinlemediğini kontrol ediyor, sonra tekrar kaldığı yerden konuyu işlemeye başlıyor…Çok istememe, Azmi Hocanın anlattıklarına yoğunlaşabilmek için çabalayıp durmama karşın bir türlü Azmi hocanın anlattıklarına yoğunlaşamıyordum.Yoğunlaşamamamın nedeni aklımın babamın devlet demiryolları ile gönderdiği yatağı, oradan alıp kalmakta olduğum Zaman Hanına nasıl getireceğimde olması idi. Okul yatılı olmasına yatılı idi ama ben, okula giriş sınavında yazılıda onsekizinci olmama karşın sözlüde çuvallayıp yatılı okuma hakkını kazanamayıp ancak gündüzlü öğrenci olabilmiştim. Zaman Hanında: geçen yıl başarılı olamayıp sınıfta kalarak yatılı okuma haklarını kaybeden Uşak Eşmeli Kemal ve Ulubeyli Ali ile beraber aynı odayı paylaşıyorduk. Günün son dersi olan Azmi Öğretmenin Türkçe dersi bitince gidip demiryolları ambarından yatağı yorganı alıp gelecektim. Bu arada biraz dalmış ve bu dalgınlığım Azmi öğretmenin gözünden kaçmamış olmalı ki “Ahmet!Tahtaya yazdığım şu dörtlüğü aruz veznine göre hecele bakayım!” demesiyle kendime geldim. Biraz afalladıysam da çabuk toparlanıp yanıtladım; “Failatu,mefaü…faülün..” Aferin oğlum! Ama dikkatini bir daha dersten ayırma!. Huyum gereği yüzüm kızarırken “Peki Öğretmenim!” diye yanıtlayıp başımı öne eğdim.

Demiryolları ambarına gidince kimliğimi gösterip yatak balyasını aldım. Balya oldukça ağırdı. Ambarın önüne gelince sırtımdaki balyayı yere bırakıp taksilerin yanına yürüdüm. Yaklaşınca oturmakta olduğu yerden doğrulan taksiciye:

“Hipodromun karşısında, Makine Kimya tesislerine varmadan Zaman Hanı var, şu balyayı kaça götürürsün?” diye sordum,

“On liraya götürürüm!”

“Çok abi ya, beş lira olmaz mı, iki adım yer!” dediğimde,

“Çok değil abim, bu araba suyla değil benzinle çalışıyor, hem iki adımsa boşa ne para verecen, sırtla götür!” diye sırıtıp dalga geçince sinirlenip balyanın sarılı olduğu iplere kollarımı geçirip sırtlandım. Bir yandan da kendi kendime “Götürürüm,götürememem mi sandın!” diye homurdanıyorum. Balya oldukça ağır, hava oldukça sıcaktı. İkindi güneşi gözüme gözüme geliyordu. Terliyordum, terler sırtıma doğru süzülüyor, alnıma inen terler kaşlarımın arasından süzülüp gözlerime kaçıyordu. Elimin tersiyle terleri silerken ‘biraz daha gidip, biraz dinleneyim’ diye aklımdan geçirirken yanımdan geçenlerin kimi kıs kıs gülüyor, kimi gülmeyip sadece cık..cık çekiyordu. Bu arada karşıdan iki kız göründü. Kızlar konuşarak, şakalaşarak, gülüşerek geliyorlardı. Sanki o kızlarla bir yerlerde bir şekilde karşılaşacak, karşılaştığımızda da kızlar, “Aaa bu çocuk Gençlik Parkının karşısında karşılaştığımız boynunda kravatıyla hamallık yapan çocuk değil mi? “ diye dalga geçerler mi düşüncesi şimşek hızı ile gelip beynimin içine karabasan gibi yerleşince başımı iyice yere doğru eğip çenem göğsüme yaslanıp, çenemden akan terler kravatı ve gömleği ıslatırken kızlar gülüşerek geçip gittiler…,19 Mayıs stadının karşısına gelince durdum, kaldırımın kenarındaki beton duvara balyayı yasladım. Şapır şupur terliyordum. Bu sırada karşıdan gelmekte olan yaşlıca bir adam, gelip tam karşımda durdu. Gözlerinde,yüzünde hafif bir acıma ifadesi, sesi sıcak ve yumuşak;

“Hayrola evlat kan ter içinde kalmışsın!”

“Sorma amca! Ben öğrenciyim, memleketten yatak gönderdiler, şu garın önündeki taksiciler on lira istediler, ben de on lirayı onlara vereceğime on beş gün harçlık ederim deyip sırtlandım götürüyom!”

“Nerelisin?

“Denizli,Çivril..”

“İyi etmişsin hergelelere paranı yedirmemişsin! Ama hiç olmazsa şu boynundaki kravatı çıkar, yakanı bağrını aç, aç da biraz serinle! Hadi kolay gelsin!” deyip cebine davrandı. Elindeki beş lirayı uzatırken,

“ Şunu al, harçlık edersin!” deyince,

Kar ter içindeki yüzüm utançtan kıpkırmızı olurken kırık dökük bir sesle usulca fısıldadım,

“Sağ ol amca benim harçlığım var!.” deyip balyanın iplerini koluma geçirip yürüdüm…