Yepyeni bir yılın ilk gününde kaleme aldığım bu yazı, biraz da geleceğimiz hakkında düşünmek için olacak. Geleceğimizden kastettiğim ise, ailelerin, öğretmenlerin ve eğitim sistemimizin elinde yetişmeyi bekleyen çocuklarımız ve gençlerimizdir.

Son zamanlarda ortaokul ve lise çağındaki öğrencilerimizin hayal kurmaktan uzaklaşmış olduğunu gördüğümde böyle bir yazı kaleme almak istedim. Çünkü bir insan hayal kurmaktan ne kadar uzaklaşırsa, o denli umuttan da uzaklaşır. Umutsuz insanların yaşadığı bir toplumun ruhu da yavaş yavaş çöker. İşte böyle bir toplumda yaşamak hepimiz için daha zor olur.

Öğrencilerimiz neden artık hayal kuramıyor? Öncelikle ekonomimiz nedeniyle olabilir. Öğrenciler mezun olduktan sonra uygun iş imkânlarının azlığını görerek çok da hayale kapılmak istemiyor olabilir. Çok kötü bir genelleme ama “okusak ne olacak ki…” diyerek okumaktan uzaklaşmış olabilirler.

İkinci bir neden; eğitim sistemi ve bazı yanlış bakış açısına sahip öğretmenler yüzünden bu noktaya gelinmiş olabilir. Öğrencilere durup düşünme, okuduklarını sorgulama şansı tanımayan, yalnızca ezberi kuvvetli olanların başarılı olduğu bir eğitim sisteminde hayal kurmak zor olsa gerek. Böyle bir sistemde, sadece konuları yetiştirme ve maaşını alma odaklı derse giren öğretmenlerin kaç tanesi, anlattıklarının bütün öğrenciler tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını önemser ki?

Bu durumda sorumluluğu sadece sisteme atmak doğru değildir. Günün sonunda sorunları çözemediğimizde, Rıfat Ilgaz’ın da dediği gibi, “Kötü öğretmen, Kötü öğrenci, Kötü veli yoktur. Kötü eğitim sistemi vardır.”

Öğretmenlerin çoğu böyle değil elbette. İçlerinde inanılmaz özverili ve idealist öğretmenler hâlâ var. Onların öğrencileri oldukça şanslı. Benim derdim bu öğretmenlerin de sayısındaki azalışla ilgili.

Kötü bir eğitim sisteminden bizlere kalan şey nedir diye bakarsak da, her geçen gün sayısı artan ‘diplomalı cahillerdir’ diyebiliriz. Burada cahil kime denir, iyice anlamakta yarar var. Farabi, “cahil insan kimdir?” sorusuna “Cahil insan aklını, kendini eğitmek ve öğrenmek için kullanmayan insandır.” demişti.

Sadece iki yüz bin yıldır bu gezegende yaşayan insanlığa bakıyorum da, cahilliğimizi eğitimin tek başına çözmeye yeterli olamadığını görüyorum. Eğitim bizim kendi içimizde. Öğrenmek isteğimizi her zaman canlı tutmalıyız.

Sonra Sevgili Atatürk’ün şu sözünü anımsıyorum: “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.”

Gerçek âlim olabilmek için neler gerekir diye düşünürsek de, öncelikle istenen konuda belli bir ilmi birikimine, dünya görüşü ve yaşama biçimine sahip olunması gerekiyor. Bu açıdan toplum ne kadar ileri ise, âlim adayı, akıllı ve kendisini bilen insan sayısıda o kadar yüksek oluyor.

Tam da bu noktada Türk Dünyasının en önemli ozanlarından Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir” isimli şiirini hatırlamakta yarar var. Yunus Emre, şiirinde insanın ilk önce kendini keşfetmesi gerektiğini anlatırken; İyi bir insan olmadan hangi konuma gelinirse gelinsin ortaya güzel şeyler çıkarılmayacağından ve boşuna bir okumak olacağından bahsediyordu.

Şimdi bu bilgiler ışığında eğitim sistemimize, öğrencilerimize, velilerimize bir daha bakıyoruz. Bir eğitim sisteminin öncelikle bir hedefi olmalı diye düşünüyorum. Ondan sonra öğrencilerin hayalleri olabilir. Bizim eğitim sistemimizin varmaya çalıştığı nokta nedir? Çocuklarımız sadece yeni nesil soruları doğru cevaplandırarak umutlu olabilirler mi? Görüyoruz ki, ne yazık ki soruları çözmekte de zorlanıyorlar. Hayal kurmakta da zorlanıyorlar. Sorumluluk hepimizin değil mi?

Editör: Haber Merkezi