Bu trajik sürecin mahkûm aktörleri; “Mondros” ile Osmanlı İmparatorluğu, “Saint-Germain” ile Avusturya Macaristan İmparatorluğu, “Bolşevik İhtilali” ile Çarlık Rusya ve “Neuilly” ile Bulgaristan olmuştur. İki dünya savaşı arası oldukça demokratik siyasal kurumların kesintisiz işlediği ülkeler ise İngiltere, Finlandiya, İrlanda, İsveç ve İsviçre olmuştur.

Monarşik yapının çöküşü sonrası, Atatürk’ün iktidara geldiği 1920’lerin başında, tüm dünyada Liberalizm iniş veya çekiliş trendindeydi. Tüm dünyada, anayasal ve seçilmiş 35 hükümet varken bu sayı, 1938’de 17’ye düşer. Nihayet, 1944’te ise tüm dünyada 64 ülkenin sadece 12’si demokrat ve anayasal düzene sahiptir. Atatürk Türkiye’si, üçüncü dünya dediğimiz alan ve kategoride gözlemlenen çağdaşlaştırıcı rejimlerin ilkidir. “Teba” veya “Kul” niteliğinden “Aktif vatandaşlığa” geçiş başlamıştır. “Reaya” statüsünden “Milletin Efendiliği”ne sıçrama Cumhuriyetin yaklaşımlarının bir sonucudur. Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak bulunduğu 1923-1938 arası on beş yıllık dönem, iki kez çok partili yaşam denemesine sahne olmuştur.

Ulu Önder Atatürk “Halk iradesi” ve “Hâkimiyet” gibi siyasi nosyonları “Cumhuriyet ve Demokrasi” açılımının birer “Olmazsa olmaz” koşulu olarak değerlendirmektedir. Demokratik rejimin daha kalıcı olabilmesi ve olgunlaşmak bir dinamizm gösterebilmesi açısından belli bir eğitim düzeyine ulaşmış olmamız da, kadının toplumsal hayata katılabilmiş olmasının etkisi olmuştur.

Tek-parti dönemi veya Atatürk dönemi, bu gün kullandığımız bağlamda klasik demokrasi anlayışına karşılık olarak kullanılmasa da, çağdaşlaştırıcı işleviyle demokrasinin nesnel koşullarını oluşturabilmeye olağanüstü bir çaba göstermiş tek örnektir. Cumhuriyet; potansiyel demokrasi enerjisinin, kinetik enerjiye çevirebilmesinin adıdır.

Cumhuriyet ve Atatürk dönemi, demokrasiye bir hazırlık ve demokrasinin öncülüğünün yapıldığı tek örnektir. İkinci Dünya Savaşı sonrası yumuşak bir iklim ile demokrasiye geçişin en büyük başarısı Cumhuriyet ve Atatürk’ün demokrasi anlayışının içtenliği ile mümkün olmuştur.

Bir ülkede, milletin değerlerinin tahribata uğraması, toplumsal uzlaşıdan uzaklaşılması, yaşam seviyesindeki uçurumun artması, eğitimde bilimsellikten uzaklaşılması, yönetenlerin siyasi etikten uzaklaşmaları halinde dış tehditten önce, iç tehdit öncelikli hale gelebilir. Dış cepheye karşı tehditlerin bertaraf edilebilmesi için, içeride öncelikle hukukun üstünlüğünün etkin kılınması gerekir. Milli gelirden payın hakça dağıtılarak toplumsal barışın sağlanması, Cumhuriyetin temel felsefesine dönülmesi gerekmektedir.

Türkiye’de toplumsal uzlaşıya ihtiyaç duyduğumuz bu günler de, siyasi iktidar söylemlerini değiştirmek durumundadır. Atatürk, tüm ırksal, sınıfsal ve düşünsel ayrılıklara karşı çıkarak çizilen ulusal sınırlar içerisinde, kendisini “Türk” gören herkesi, vatandaş olarak saymış ve hepsine eşit değer vererek hiçbir ayrıcalıklı uygulamaya yönelmemiştir.

23 Haziran 2019 yerel seçim sonuçları göstermiştir ki; toplumumuz kirli siyaset dilinden nefret etmekte, seçim iptaline tepki göstermekte, birleştiren kucaklayan genç ve dinamik adayları benimsemektedir. Siyasette tutarlı olmak inandırıcılığı ve güveni de beraberinde getirir. Referandum sonrası, Parlamenter Sistemden uzaklaşılarak Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçilmiş olması esasen tüm sorunların temelini oluşturmaktadır. Bu sistem oturmamıştır. Türk Milletinin genlerine uygun değildir. Milli irade denilen, halkın demokrasiyi kuralları içerisinde yaşayabilmesidir. Yeni bir siyaset diliyle, herkesi kucaklayan, demokrasiyi savunanlar olarak geleceğe umutla bakabilir