Eğilip bükülmekten, diz çöküp oturmaktan beli başı ağrımış ama sonunda çiti tamamlamıştı…
Üst başının tozunu silkeledikten sonra avlu çeşmesinin buz gibi suyu ile elini ayağını yıkayıp üstünü değiştirdi. Gidip anasının sobasını yakıp akşam yemeğini önüne koydu. Kendisine biraz peynir, biraz yoğurt, bir kadeh de rakı hazırlayıp bir tepsiye koydu ve bahçe ye doğru giderken bahçedeki erik ağacı, erik ağacındaki ikindi güneşi ile belli belirsiz ışılayan erikleri görünce aklına değil erik, eriğin lafı bile edilse sıtma tutmuşçasına zangır zangır titreme nöbetine giren arkadaşı Necdet geldi. Ansızın içi bir hoş olup eli ayağı tutulur gibi olup duraksadı… hüzünlendi…duygusallaştı…elindeki tepsiyi bahçedeki uyduruk masaya bırakıp gerisin geri eve gidip bir kadeh daha rakı doldurup bahçeye gelip masaya oturdu…Kadehini karşısındaki rakı kadehine uzatıp tokuşturacakken telefon çaldı. Kadehi bırakıp telefona baktı…Ayşe…Necdet Ağabeysinin kızı Ayşe…Selam alıp selam verme sonrası Ayşe ne yapıyorsun abi diye sorunca,
“Belki inanmayacaksın ama babanla içiyorum…!”
“A….Naaaa…ssıııılll…!?”
“Biri baban, biri kendim için iki kadeh rakı doldurdum karşılıklı içiyoruz işte…Eski günlerde yaptığımız gibi…”
Telefon aniden hıçkırık sesleri ile kapandı…Kadehini alıp karşısındaki kadehe doğru uzatırken telefon yine çaldı. Kadehi bırakıp açtı, yeğeni,
“Dayı biz mezarlıktayız, dedemin mezarını nasıl yaptıralım diye aramıştım. Bir de bir başka mezar daha yaptıracam demiştin…”
Bir süre sessiz kaldı. Sonra ekledi,
“Babamla Seyit amcamın mezarları aynı olsun…Ha aklıma gelmişken söyleyeyim bana bir hal olursa yerim Seyit Amcamın yanında olsun…
“Aaaa dayı o nasıl laf…hem anamın, dedemin yanı dururken…”
“Garip amcamın çoluğu çocuğu olmadı…bari ben yanında olayım…!” deyip telefonu kapatıp üçüncü kadehi de büyük amcası Seyit için getirme amacıyla eve doğru yürüdü…