Ülke dışındayım. Yıl, 1986. Sofrada altı kişiyiz. Tek yabancı benim. Özal’la, Türkiye yurt dışında daha bir konuşuluyor, insanlar meraklı. Liberal ekonominin politikaları dışa açılımı hızlandırınca, sofrada soruyorlar, Türkiye soykırım için Ermenilerden özür dileyecek mi?

Şaşkınım, soykırım sözcüğü öyle yabancı ki o günlerde bana. Güya yabancı dil bilen, meslek sahibi ülkenin aydın yüzüyüm. Hatırladığım, Nazi Almanya sının Yahudi kampları.

Oralarda bile neler olduğunu yıllar içinde kitaplardan, filmlerden öğrendim. Evet, haritadan biliyorum Sovyetler Birliği sınırları içinde Ermenistan diye bir ülke var ama. Bir de Birinci Dünya savaşında Rusların Doğu Anadolu üzerinden Erzurum a dek dayandığını, Ermeni çetelerinin onlara yandaş olduğunu falan hatırlıyorum.

Bilgisizlik kötü, kıvranıyorum. Yatılı okulda isimleri yabancı onca arkadaşım vardı. Hiç merak etmedim ki etnik kökenlerini. Beraberce sevinirdik milli maçlarda. Annemin bile Gürcü kökenli olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim. Biraz öncesi tartışmada da Sovyetlerin işgal ettiği Afganistan konusunda yetersiz kalmıştım, tam bilmiyorum konuyu dedim.

Karşımdakiler Fransız sosyalistleri bense, onları biraz küçümseyen edayla 12 Eylül öncesi üniversitedeki tartışmalarda sosyalist düşünceleri savunan, konuyu bildiğini sanan bir öğrenci temsilcisi. Siyaset konuşalım derken tam çuvallamış bir haldeyim.

Ertesi gün, bulabildiğim ne varsa Ermeniler üzerine satın aldım. Genelde romanlardı, hani torun tavan arasında notlar bulur, araştırır. Dedesinindir, anlatır o günleri falan. Sonra da kitaba döker. O bölgede Ermenilerin yoğun olduğunu, tarihte bölgeyi hep hâkimiyetlerinde tuttuklarını, sıkça istilaya uğradıklarını okudum. Hoş en gözüme çarpan yaşamlarını anlatan bölümlerin, sanki bizimkiymiş yakınlığını hissetmemdi.

Yemekleri, ilişkileri, kılık kıyafet, köy tasvirleri. Bunların Anadolu insanının ortak özelikleri olduğunu fark ettim. Aynı duyguyu, Atina da yerel bir düğünü izlerken büyük bir şaşkınlıkla duyduğum “ İzmir in kavakları, Üsküdar a giderken, Çakırcalı” gibi müziklerinde de hissettim. Ortak yaşamın izleri nesillerce devam ediyor.

Tehcir üzerine o yıllardan bu yana yüzlerce belge, kitap yayınlandı. Talat paşa Komitesinin başvurduğu mahkemenin kararıyla Avrupa da soykırımı kabul etmemek suç sayılmıyor. Ekonomik güçsüzlük, uluslar arası arenada haklılığımızı savunmaya engel. Ermeni terörüne şehit verdiğimiz onlarca hariciye mensubu ve yurttaşımız bile yabancıların “Ermeni Soykırımı” algısını değiştirmiyor.

Sömürgeci ülkelerin yayılmacı politikaları, “Kürdistan” hülyalarını, Ermenilerin toprak talepleri isteklerini hep gündemde tutmak üzerine. Bölgede güçsüz devletler olursa ,”emperyalist” politikalarını daha bir rahat uygulayacaklar. Böl, parçala oyunu için her şey serbest onlara. İşte Irak, Suriye. zayıf bir İran, Türkiye Ortadoğu coğrafyasının kaynaklarını yağmalamak için gerekiyor onlara.

Biz bir ulus devleti kurmuşuz. Etnik kökeni, inancı, mezhebi farklı herkes Cumhuriyeti içinde “vatandaş” olmuş. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Türk” denir. Ülkenin bütünlüğü, refahı, zenginliği, huzuru tüm vatandaşların yükümlülüğünde.

Bunu bozacak her unsur yasalar önünde hesap verir. Etnik kökenler üzerinden ırkçı yaklaşımlarsa en büyük tehlike! Cumhuriyet, kuruluşundan günümüze hep bunlara karşı mücadele etmiş. Bu güzel ülke hepimizin. Ermeni dölü, Rum çocuğu, pis Yahudi gibi ifadeler ya da aşağılayıcı tonda söylenen Kürt, Alevi, Çingene gibi söylemler beraber yaşamaya vurulan bir darbedir. Bu darbeleri boşa çıkartmanın tek bir yolu vardır o da ekonomisiyle ordusuyla güçlü olmak, zengin bir ülke olabilmek!

Ne mutlu Türküm diyene şiarıyla büyüdük. Hayat bizlere, tarihte yaşananları öğretti. Kendimizin dışında ne medeniyetler gelmiş geçmiş! Savaşlar, acılar. Özgür, laik, demokratik, çağdaş hukukla yönetilen bir Türkiye, gelir dağılımını, bölgesel kalkınmayı adil bir hale getirdiğinde bir yeryüzü cennetinde yaşayacağımızı bilelim.”Türk” olmaktan onur duyalım. Tutkalımız farklılıklar değil ortak kültürümüz olsun.

Sağlıcakla kalın.