Türk intelijansiyasında ciddiye alınması gereken bir “tarih bilinci” zaafiyetinin bulunduğu aşikardır. Gerçek anlamda bir entellektüel problemi olan bu zaafiyeti besleyen birçok kaynağın en başında, hemen bütün zaafiyet alanlarında olduğu gibi, Felsefe’den mahrumiyet gelmektedir. Felsefesizlik, hemen-hemen her hususta olduğu gibi Tarih üzerinde de derinlemesine düşünmemizi ve bir tarih bilinci geliştirmemizi engellemektedir. Felsefesizliğin sıradanlaştırdığı fikir dünyasında bir “bilim olarak Tarih” (Tarih Bilimi, Historia Rerum Gestarum), Arkivizm ve Kronolojizm basitliğine indirgenmekte, bir “varlık olarak Tarih” (Tarihi Varlık, Res Gestae) de adeta bir efsaneler yumağı, bir mitoloji haline dönüşmektedir.

Bir başka önemli amil olan Rijid ve Mistik İdeoloji Fetişizmi ise, Tarihi Varlık Alanı’nın, hiç sorgulanmadan doğruluğuna kesin olarak ve mistik bir veçhe izafe edilerek inanılan ‘belirli’ katı (rijid) ideoloji gözlükleri arkasından ‘belirli’ görüntülerini vermektedir. Bu ideoloji gözlüklerinin en temel işlevi, Tarih hakkında bir “sanal gerçeklik” duygusu yaratmak; Tarih’in kendi gerçekliği içerisindeki gerçek görüntüsünü değil, gözlük tarafından nasıl görülmesi dizayn edilmişse öyle görülmesini sağlayan, çarpıtılmış bir “Yapay (Sun’i) ve Sanal Tarih” yaratmaktır.

Tarih’in, bir yanıyla, tarihçi tarafından bulunulan konumdan yapılan bir “inşa” ve ontolojik olarak en zor nüfuz edilebilen bir varlık alanı olduğu ve bu sebeple de Tarih’in bir bilim olup-olamayacağı zaten bilinen bir husustur; bu ağır bir zorluktur. Fakat buna ilaveten, bir de fetiş haline getirilmiş kaskatı ideolojilerin batağına saplanıldığı takdirde, Tarih, artık bir karanlığa gömülmekte, “occult” ve “obscure” bir mahiyet kazanmakatdır.

Keza, böyle bir durum, kısaca “yaşanmış geçmiş” olarak tanımlanan Tarih’i hemen ideolojik mevzilere çekmekte ve “red-kabul” kategorizasyonuna göre şekillenmiş bir cepheleşme ortaya çıkmaktadır.

Yapay ve Sanal Tarih anlayışının pratikteki bazı olumsuz sonuçlarını kalın çizgilerle birkaç maddede hulasa etmeyi deneyebiliriz:

1: Tarih, kendi gerçekliğinden “bilinçli” olarak koparılmakta ve yeniden yapay (sun’i) olarak bir nevi’ “tarih mühendisliği” zihniyeti ile inşa edilmekte, kendisinin dizayn edildiği ideolojik şablonlara göre de ya kutsanmakta ya da lanetlenmektedir. Bu ise, Kutsanmış Tarih ve Lanetlenmiş Tarih anlayışları yaratmaktadır.

2: Anlaşılamaz bir hale dönüştürülmüş olduğu için artık Tarih’ten pratik sonuçlar çıkarılması da imkansızlaşmaktadır ki mesela bunun neticesinde, Tarih’in ders ve ibret alınacak ve, aynı zamanda, günümüzü de anlamamıza yardımcı olacak aydınlatıcı niteliği ortadan kalkmaktadır. Her sosyal olayın ve/veya olgunun kökleri bir şekilde Tarih’te olduğu için Tarih’ten soyutlanarak bağımsız kompartmanlar şeklinde tek başlarına mütalea edilemeyecekleri göz önüne alındığı takdirde; bu durumun bir kopukluk hasıl ederek, olaylar ve olgular bütünselliğinin parçalanmasına ve bunun da, günümüzün anlaşılmasının, mühim bir parametresinin tahrip edilmesi yüzünden, zor, hatta çok kereler imkansız hale gelmesine yol açacağını kabul etmekliğimiz iap etmektedir.

Felsefesizliğin ve ideolojizmin hoyratlığına kurban edilen Tarih’in kendi gerçekliğinden koparılarak bir Yapay ve Sanal Tarih haline dönüştürülmesinin hem sebebi ve hem de neticesi olan, birbirinin simetriği, fakat yanlışlıkta eşdeğer birer “tarih paranoyası” olan Kutsanmış Tarih ve Lanetlenmiş Tarih anlayışları çok önemli yanlışlıklara ve sapkınlıklara sebebiyet vermektedirler.

İmdi; Kutsanmış Tarih anlayışına göre, dokunulamaz bir kutsallık alanı, bir tabu, bir fetiş olan Tarih, Lanetlenmiş Tarih anlayışına göre de taşlanası bir şeytan, bir hakaret objesi haline dönüşmektedir. İşte, bu paranoyaların dürtüsü ile ortaya iki aşırılık çıkmaktadır: “Tarihe kaçış” ve “Tarihten Kaçış”. Kutsanmış Tarih taraftarları Tarih’e kaçarken zıt kutupta kümelenmiş olan Lanetlenmiş Tarih taraftarları da Tarih’ten kaçmaktadırlar.

Türk ve İslam tarihinin, genellikle, sağ ideolojilerce kutsanmakta, sol ideolojilerce lanetlenmekte oluşu buna bir örnektir. Buna göre, sağ ideolojiler Tarih’e, sol ideolojiler ise Tarih’ten kaçışa meyyal ve mütemayildirler.

Gerek Tarih’e Kaçış ve gerekse de Tarih’ten Kaçış, özellikle, bizim gibi, potansiyel olarak düşmüş ve irtifa kaybetmiş toplumlarda daha yaygın ve şiddetli bir hal almaktadır ki onun da en büyük gıdalanma kaynaklarından birisinin, bu potansiyel düşüşü ve irtifa kaybından neş’et eden eziklik ve aşağılık duygusu olduğu aşikardır. Tarihimizin halimizden daha ihtişamlı oluşu, maalesef, bizlerde böyle bir kompleks yaratmaktadır; Tarih’e bakıştaki polariteye göre ya Tarih’e kaçılmaktadır ya da Tarih’ten.