Şu hayatta, hepimizin beynini kemiren soruları vardır. Bu soruların içinde sorduğumuz en önemli soru hangisi olmalıdır veya en başta hangisi gelmelidir? Tabi ki hepimizin ayrı ayrı huyları, karakterleri, bakış açıları olduğu için sorduğumuz soruların önemi bu farklılıklardan dolayı öncelik sırası değişecektir. Bunun olması da çok doğaldır. Hayattan beklentilerimize göre sorularımız ve cevapları birbirimizden değişik olabilir.

Hayatımızın en önemli sorusu öyle bir soru olmalı ki bütün insanları ilgilendiren, insanlığın tüm problemlerine çözüm olacak, herkesin umutlarına ışık tutacak, tüm sorulan soruları kapsayacak bir soru olmalıdır. Herkim ne sorarsa sorsun bu sorunun içinde olmalıdır. Yani ilkönce bu sorunun cevabını verebilelim ki daha sonra öteki sorulara cevap verebilelim. Evet, bu nitelendirmelerin ardından ‘’Hayat nedir?’’ sorusu, hayatımızın en önemli sorusu olması gerektiği daha ağır basıyor. Şu dünyadaki bizim için en mühim en değerli ve sırlarla örülü şey hayatımızdır. Eğer hayatı çözersek tüm sorunları, müşkülleri çözeriz. Bu soruya cevap verirsek yani hayatı anlayabilirsek, onun sırlarını keşfedebilirsek, hayattaki iyi ve kötü kavramlarını açıklayabilirsek, hâsılı hayatla ilgili ne varsa halledebilirsek tüm sorularımızı cevaplamış ve tüm problemlerimizi çözmüş oluruz. Şimdi bakalım hayat neymiş kısaca cevaplamaya çalışalım.

Her şeyden önce hayat bizlere bahşedilmiş en büyük nimettir. Hayat sayesinde varlık âlemine gireriz. Hayat ile hissederiz. Hayat, kısaca bedenimizin can bulup şuur sahibi olması demektir. Bedenlerimizin can bulmasıyla hayat dairesine gireriz. Hayat sahibi olduğumuzu da şuurumuz, hislerimiz ile anlarız. Hayat, can, şuur ve his, bu dört kavram birbirini tamamlayan bütündür. Bunlardan biri eksik olursa diğer üçünün olması düşünülemez. Hiçbir anlamı kalmaz. Şuur olmazsa hayat sahibi olman hiçbir şeyi ifade etmez. Hayatta olduğumuzu, yememizi içmemizi bize hissettiren en önemli olgu şuurdur. Şuur yaşadığımız her şeyin farkında olmak, en derine kadar hissetmek, yaptığımız tüm hareketlerin bilincinde olmaktır. Bu şuur hayvanlarda da bulunmaktadır. Bizleri hayvanlardan ayıran şuur ise hayata anlam katmak onu canlandırmak ve hayata hayat katmaktır. Yani yaşantımızın her anını bizi Yüce Yaratıcımız Allah’ın gördüğünü idrak edip yaşayarak hayata değer katmaktır. ‘’Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin.’’ (Enfal, 8/24.) işte ayet-i kerimede görüldüğü üzere Hayatı iman ve ibadetlerimizle canlandırırız, tazeleriz ve anlamlandırırız. Hayatımızın manasını Allah ve Resulüne itaat ile her anımızda anlarız. İmanımız, ibadetlerimiz ve yaşadığımız her an hayatla ilgili ipuçları verir. Tövbe ve ibadetlerimizle hayatımızı yönlendirir, şuurlandırır ve tazeleriz böylece Allah’ın kulu olduğunu idrak ederiz. Hayatımız kupkuru boşa geçmiş bir zamandan çıkıp ötelerin ötesi ahirette hayat bulacak hayata dönüşür.

Hayattaki en büyük isteğimiz mesut bir yaşam sürmek. İnsan var oldu olalı mutlu bir hayat sürdürmek ister. Hep bunun arayışında olmuştur. İşte mesele burada düğümlenmektedir. Asıl ferah bir ömrü nasıl sağlarız? Her türlü sıkıntılarda saadetimize gölge düşürmeyecek bir hayat nasıl kazanılacak? Sadece dert ve tasa anında değil bütün imkânlara sahip, her türlü konfora sahip, dert tasa nedir bilmeyen kimseler bile huzuru mutluluğu aramaktadırlar, görünürde huzur ve mutluluğun içinde büyük girdabın içindedirler. Burada imdadımıza yani hüzün ve keder girdabından çekip alacak şu ayet yardımımıza yetişir. ‘’Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.’’( Nahl 16 /97.) hayat iman ile hayat bulur, anlam bulur, sırrı bulunur. Yani her

şeyin başı mü’min iman sahibi olmaktadır. Böylece bir insan yaşadığı her şeyi Allah’tan bilir, Allah’tan bilen insan kendini bilir, kendini bilen şükreder, şükreden ise mutlu ve huzurlu olur.

Hayat bize verilmiş en büyük nimet demiştik. Nimet, huzur ve mutluğu içinde barındıran ve sıkıntılardan, kederden ve tüm olumsuzluklardan uzak olan manasına gelmektedir. Hâlbuki bu dünya hayatımızda dertten derde savrulup gidiyoruz. Neredeyse saadet hayatımıza uğramıyor. Eee nerede kaldı hayatın büyük nimetliği? İlk önce hayatı ikiye ayırırız. Dünya ve ahiret hayatı. Dünya hayatı çok kısa, gelip geçici hayattır. Dünya hayatının sırrı imtihanda saklıdır. Bu dünya hayatı bir sınav olduğu için musibetler ve dertler olacak huzur ve mutluluğu o belaların içindeyken sabır ilacında bulacağız. Gerçek ve ebedi hayat ve mükâfat yeri olan ahiret hayatı ve yurdudur. ‘’Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.’’ (Ankebut 29/ 64)

Netice olarak hayat, kalbin özünden bakanlara, art niyetle ve ön yargıyla bakmayanlara mesut bahtiyar bir hayat sunar çünkü onlar olanı olduğu gibi görerek karamsarlığa ve üzüntüye düşmeyerek tüm korku ve endişelerden uzak olurlar.