1960’lardan beri seçim zamanlarında medyada görünmenin seçmenlerin oylarını etkilediği bilinen bir gerçektir, ancak 2000’lerden beri de sosyal medyada da görünür olmak önemlidir.

1960 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan başkanlık seçiminde Kennedy, Nixon’ı çok az bir farkla geçerek ABD tarihinin en genç başkanı olmuştu.

Siyasette Kennedy’e göre daha tecrübeli olan Nixon, seçimlerden önce yapılan anketlerde hep önde görünse de, Kennedy ile katıldığı bir televizyon tartışma programından sonra Kennedy’nin halkın gözünde görünürlüğü ve bilinirliği artmış ve seçimde Kennedy sürprizi yaşanmıştı.

O zamandan bu zamana dünya genelinde medyanın gücünü elinde tutmak seçim zamanlarında bilhassa önem kazandı.

2000’lerin başından beri bir de sosyal medya var ki, işini şansa bırakmak istemeyen adaylar, sosyal medya uzmanlarından oluşan ekiplerle seçmenlerin oyunu etkilemeye çalışıyor.

Sosyal medyayı etkili kullanmanın en büyük örneklerinden birisi de Obama’nın başkan seçilmesiydi diyebiliriz.

Seçim kampanyalarında yeni dönem olan veri analiziyle seçmeni ikna etme ve kararını etkileme dönemi Obama’nın 2008’den başlayarak 2012 seçim kampanyasının temelini oluşturan bir unsur olarak karşımıza çıktı.

Kişisel verileri paylaştığı için bazı sosyal medya şirketlerine davalar açılsa da, teknolojiyi daha etkin kullanan isimler başkan seçilmeye devam etti. Obama’dan sonra Trump’ın ve Trump’tan sonra Biden’ın kazanması sosyal medyanın gücünü kanıtlar nitelikte oldu.

2008’den 2016’ya dek iki kez başkanlık koltuğuna oturan Obama’nın başarılı dijital kampanyasından sonra, milyonlarca kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının seçim zamanlarında ülkemiz siyasi partileri tarafından da kullanılmaması elbette düşünülemezdi.

Fransa’da da Macron’u başa getiren başarılı internet kampanya süreçleri, günün büyük bir bölümünü internette geçiren genç nüfusu düşününce elbette ki ülkemizde de karşılık bulacaktı.

Nitekim öyle de oldu, seçim dönemlerinde liderlerin televizyon programlarında yan yana gelip tartıştıklarını pek görmesek de, siyasi parti liderlerinin çoğunun halkın arasına karışıp sokak siyaseti yaptıklarını pek duymasak da, kapı kapı dolaşıp oy isteme döneminin yerini sosyal medyada etkin olan kazansın dönemi aldı.

Örneğin Hürriyet gazetesinde yer alan bir bilgiye göre, 2013 seçimlerine giderken Ak Parti, partisinin sosyal medya alanında aktif yer alacak 6 bin kişilik bir ekip oluştururken, tüm il ve ilçe teşkilatlarında sosyal meyda sorumluları belirledi ve bu isimleri parti genel merkezinde eğitimden geçirdi.

BBC News Türkçe’de yer alan başka bir habere göre, CHP de 7 Haziran 2015 seçimine giderken, mevcut sosyal medya ekibini büyüterek partinin sosyal medya kampanyasını bu seçimler için oluşturulmuş bir ajans yapılanmasına bıraktı.

CHP tabanlı ve CHPli olmayanlar diye ayırdıkları kitlelerden CHP’li olmayanların oylarını kazanmak için çalışan bu uzman ekip CHP politikalarını anlatmaya çalışırken, Obama’nın seçim stratejisti olarak bilinen Amerikan şirketi de seçim anketi raporlarıyla ekibin ‘hedefleme’ çabalarına destek verdi.

Bu süreçler her parti kanalında benzer şekilde devam ederken günümüzde en büyük tehlike ise yalan haber üretimi oldu. Seçimleri kazanmak adına her şeyin mübah olduğunu düşünen bazı sosyal medya hesapları, kitleleri etkilemeye çalışırken nefret dilini kullanmaktan çekinmedi.

Özetle kimsenin veri gizliliğini ihlâl etmeden, kimseye hakaret etmeden yalnızca ülke sorunları ve çözümleri üzerinden etkili görsellik ve yazılarla sosyal medyada görünür olmak değerlidir. Ötesi seçimleri kazandırsa da tercih edilmemelidir.

Çünkü aslında bu internet çağında sosyal medyanın gücü ortada olsa da, haber kaynağı sadece sosyal medya platformları olmayan, farklı kaynaklardan okuyan sorgulayan ve geçtiğimiz beş yıla nazaran daha bilinçli davranan seçmenleri etkileyecek en önemli şey gerçeklerdir.

Zaman kaybettiren yapay tartışmaların, manipülasyonların ve içi doldurulamayan şovların yerini artık gerçek sorunlar ve çözümleri almalıdır.

Herkese iyi günler dilerim.