Uzun zamandır kara ve yağmura hasret memleketimize bolca kar yağdığı bugünlerde, Nazım Hikmet’in ‘Severmişim Meğer’ adlı şiirinde geçen şu dizeyi açmak isterim:

“Toprağı sevdim diyebilir mi, onu bir kez olsun sürmeyen.” demiş şair.

Bu cümleden yola çıkarak; sözde ‘sevdiğimiz şeylere’ emek vermeden, ilgi ve şefkat göstermeden o şeyleri sevdiğimizi nasıl anlayabiliriz ki diye bir soru yöneltsem size…

Mesela dağları severiz, uzaktan.

Soğuğunu görmeden, dağ sırtlarında dolaşmadan, yağmurunda ıslanmadan, çiçeklerini ve otlarını koklamadan, hayvanlarını tanımadan, tepesinden dökülen şelalelerinde ve şırıl şırıl akan çeşmelerinde durup soluklanmadan, dağları ne kadar öğrenebiliriz ki?

Bilmediğimiz bir şeyi ne kadar sevebiliriz?

Misal meyve ağaçlarını severiz, uzaktan.

Yazın sıcağında ağaçlara şöyle kana kana birsu vermeden, budama mevsimi geldiğinde budamasını yapmadan, dibindeki otları ayıklamadan; gerekli gübresini, besinini, ilaçlamasını sağlamadan; kışın donlu havalarda gerekiyorsa üzerlerini örtmeden, meyvelerini seyreltmeden ve olgunlaşan meyvelerini vaktinde özenle toplamadan ne kadar sevebiliriz ki meyve ağaçlarını?

İnsanımıza sorsanız, biz yalnızca meyve ağaçlarını değil, tüm ağaçları severiz. Ama nasıl bir sevgidir bu? Ormandaki ağaçlara meyve ağaçları kadar bakım ve ilgi gerekmese de, onları korumaya çalışmaktır onları sevmek. Ormanlarda yaşayan canlıları düşünmektir sevmek.

Ormandaki ağaçlara sarılmak da bir sevme biçimidir. Yahut genç ağaçları kesip biçmemek, ağaçları kaldırım taşlarına hapsetmemek de bir sevme biçimidir. Ormanlık alanlarda ateş yakmamak, çöp bırakmamak da bir sevme biçimidir.

Ama ormanlara karşı böyle özenli davranmazsak, ağaçları seviyoruz denebilir mi?

Hayvanları severiz, uzaktan.

Mesela sokakta kalmış bir hayvana yemek ve su vermeden; yolda gördüğümüz aç, hasta ve çaresiz bir hayvanı iyileştirmeye çalışmadan, evimizde beslediğimiz hayvanlarla ciddi anlamda ilgilenip onlara içten sevgi göstermeden, ne kadar sevebiliriz ki hayvanları?

Çocukları severiz, uzaktan.

Sabırla, anlayışla onları sarıp sarmalamadan, bize ihtiyaç duyduklarında yanlarında olmadan, kötülüklerden korumaya çalışmadan, gelecekleri güzel olsun diye çabalamadan; sinirlendiğimizde kendi öfkemizi onlardan çıkararak, onlaraküçücük yanlışlarında bağırarak, onları boşu boşuna döverek veyadüşüncesizce korkutarak ne kadar sevebiliriz ki çocukları?

Bu tablo böyle uzar gider. Hayatta kullandığımız tüm cümlelerin içini doldurmamız gerekiyor. Eğer bir hayvana iyi bakamayacaksanız, sırf bakmak için, ‘başkasında var bende de olsun’ diye evinize alacaksanız, almayın lütfen.

Sevgi eşittir sorumluluk getiriyor çünkü. Emek vermeyi zorunlu kılıyor. Elbette içinizden gelerek olduğunda, sevginin aşamayacağı zorluk da yok görünüyor. Selvi Boylum Al Yazmalım filmi senaryosunun sahibi Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un da üzerinde durduğu gibi; sevgi emektir, iyiliktir, dostluktur.