Seyrediyoruz. Naklen ya da yorumları, arada verilen kısa görüntülerle. Sanırım ilk Bağdat bombalanırken tüm dünya naklen izlemişti. Bizler de evimizden, bir film izler gibi! Yıkılan binalar, dökülen kanlar, insanların çaresizliği, ölümler hep ekrandaydı. Bizden uzak, endişesizce izlediğimiz ama yüzümüzü ekrandan her çevirdiğimizde ev halimizin, iş atmosferimizin gerçek dünyamız olduğunun farkında olarak, baktık o görüntülere.

İnternette briç oynarken bir yabancı sordu, siz Türkler ne düşünüyorsunuz Rusların saldırısı hakkında diye? “İnsanlık tarihi ve savaşlar ayrılmaz bir bütün, sadece bir anı yorumlamaya çalışmak yanıltır” diye yanıtladım. Evet, ne düşünelim bu savaş için, ne dersler çıkaralım?

Lenin, savaşları haklı ve haksız savaşlar olarak ayırır. Sanırım Atatürk ün de“vatan savunması için yapılan savaş bir zarurettir, diğerleri ise bir yıkımdır” diye bir sözü var. Günümüzde savaş, yayılmacı sömürücülerin pazar kazanma ya da kaybetmeme mücadelelerinde başvurdukları acımasız bir yöntem. Son 30 yıla baktığımızda Sovyetler Birliği’nin dağılması Dünyayı tek kutuplu hale sokmuştu. Sermaye hareketlerine pasaport sorulmaması, buna karşılık yoksullara sınırların kapatılması, güya global olan Dünya’mızı küçük bir köymüş gibi sunulmasının ne denli büyük bir yalan olduğunu yaşattı bizlere. Son yıllarda Çin ve Rusya, yanlarına Hindistan’ı da alınca dengeler birden değişmiş “patron” ve para birimi dolar hızla güç ve prestij kaybına uğramaya başlamıştı. ABD ve destekçisi ülkeler, böylesi bir gelişimi engellemek adına Afganistan dan dan Suriye ye, Gürcistan dan dan Kazakistan ve bugün Ukrayna’ya, dün Libya da, yarın Tayvan da, siyasi, ekonomik ve silah gücünü kullanarak pozisyonunu muhafaza etmek, dahası kendine baş kaldıranları ezmek istiyorlar. Dünya, nükleer silahların da varlığıyla diken üstünde.

Savaş ekonomik yıkımdır, kazanan taraf bunu tazminatla giderir. Üstelik sahada denediği yeni silahların başka ülkelere satışıyla ilave para kazanır. Gerçi hep bir düşmanınız vardır ve sabahlara kadar onun, intikam alacak korkusunu yaşarsınız ama kazandıklarınızla sağladığınız refahı değişmezsiniz bu korkuya. Güçlü olmak zorundasınızdır artık, her daim gergin, acımasız, zalim. İnsan hakları, demokrasi kavramları sizin paravanınızdır. Bir gün devran döner korkusu içinize işler.

Kuşatmaya çalışırsınız Rusya’yı, Çin’i, İran’ı. Onları, kendilerini koruma adına savaşa itersiniz, yok olsunlar uzun dönemde yaşayacakları ekonomik sıkıntılarla diye. Bir de savaşın kötü yüzünü naklen yayınlar, örneğin Rus acımasızlığını, insanların çaresizliği üzerinden Dünya ya izletirsiniz. Acırız bizler, savaşta olanları görünce. Kızarız. Masum yavrular, yerle bir olmuş şehirler, ağlayan çaresiz insanlar hepimizi Rusya ya bileniriz. Oysa geçmişte Vietnam dan dan Afrika ya ne katliamlar yaşandı, unuturuz. Bir zamanlar Federasyonlarının içinde bulunan ülkelerin batı dünyasına yönelmesini kendi gelecekleri için tehdit olarak algılayan Rusya saldırganlaşınca, unutulur bu sebep ve kınanır tüm dünyaca. Bize de Kıbrıs ta, idlib’de “işgalci” suçlaması yapmıyorlar mı? Ortadoğu’da kurmak istedikleri kukla Kürt devletine karşı durunca, gereğini yapınca saldırgan, işgalci olmadık mı?

Oyun içinde oyun. Ülke zayıf olunca, kendi ayakları üstünde durmaya mecali kalmayınca, takılıyor birilerinin peşine. Bir de çapsız yöneticileri varsa! Olan halka oluyor. Dünya kamuoyu ne döndüğünden bihaber seyrediyor önüne konulan vahşeti. Zavallı bir halkın dramını.

Çıkarılacak ders mi ne? Önce yurtta sulh! Sonra adalet, yönetimde şeffaflık, liyakat. sonra planlama, ekonomide, eğitimde her alanda… Hedefler koyma! Top yekun o hedefler için kıyasıya çalışmayı gerçekleştirme de. Bağımsızlık güçlü olmayla mümkün, başkasının şemsiyesinin altında onurlu yaşanmaz. Kendine güvenen nesiller yetiştirmeli. Savaş o zaman vatan savunması için başvuracağımız ve kazanacağımız bir tercih olur. Sağlıcakla.