“Yiyeceği üç beş ceviz değil mi ne hali varsa görsün!” diye aklımdan geçirip kendimi tekrar uykunun sevecen kollarına bırakmak için gözlerimi yumdum. Yumdum yummasına ama bir türlü uykuya dalamıyorum. Bir o yana, bir bu yana bir süre döneleyip durdum. Baktım olmayacak kalkıp kahve için ısıtıcıya su koydum.

Bu arada saksağan karnını doyurup gitmiştir düşüncesi taşıyarak bahçeye geçtim. Usulca kafamı çıkarıp baktım; saksağan görünmüyor. Cevizlere baktım ne kadarı yenmiş diye; saksağan öç gözlü değilmiş: cevizlerin çoğu duruyor…Akıllı hayvan, bugünün yarını da var diye düşünmüş olmalı, belki de çok yersem yediğim ortaya çıkar, az be az işi götüreyim de demiş olabilir…

Bahçede bir tur atıp, biraz semiz otu, birkaç yaprak pırasa, bir iki domates, üç beş biber toplayıp eve döndüm. Canım ne bulmaca çözmek, ne bir şeyler okumak ne de bir şey yazmak istiyor…

Bisiklete atladım. Yönümü, gideceğim yeri bisikletin isteğine bıraktım. Bisiklet, önce köy içine doğru, birkaç yüz metre gidince Göçmenler Mahallesine, oradan Nacak Kuyu’ya, yola çıkınca da Işıklı’ya doğru yöneldi. Karşıdan hafiften bir yel esiyor. Ben pedallara yüklendikçe yel de hafiften hızını artırıyor sanki…

Hafiften terleyerek vardım Işıklı’ya. Cebimi yokladım on beş lira var. Buraya kadar gelmişken balık alayım diyerek balıkçılara gidip beş balık aldım. Sonra gelip yaşlı bir söğüt ağacının altına oturup sırtımı ağacın gün görmüş, kahır çekmiş, gençlerin sevda fısıltılarına, nice tartışmalara, kavgalara tanık olmuş yaşlı gövdesine dayadım. Biraz ötemde beş altı delikanlılığa yeni adım atmaya hazırlanan çocuk yüzüyorlar, yüzerken şakalaşıp gülüşüyorlar. Onları biraz da kıskançlıkla izlerken niye yanıma bir şort almadım diye hayıflandım. Sonra dayanamayıp çorapları, ayakkabıları çıkarıp ayaklarımı suya soktum. Hemen biraz ilerimde bir ana kız kocaman bir ateş yakmış korların oluşmasını bekliyorlar, bisikletin sepetliğinde balıklar, hemen yanı başımda dağ gibi kor yığını, karnımda açlık gurultuları…Gurultular gittikçe artarken esmer bir adam bize doğru gelmeye başladı, tam karşıma gelince,

“Ağam be!” dedim. ‘Ne var?” gibilerden yüzüme bakınca,

“Karnım aç, bisikletin arkasında balıklarımda var, yengem ikisini pişiriverse, biri benim, biri sizin olsa…”

“Lafımı olur ağam, eline mi yapışcek?” derken kara gözleri ışıl ışıl, gülümserken bembeyaz dişleri parlıyor.

Balıkların ikisini çıkarıp temizleyip götürdüm. Biraz sonra çağırıp sulanmış yufka dolu poşeti önüme koydular. Bir yufka çıkarıp uzattım; nar gibi kızarmış balığı yufkanın üzerine koydular…

Hayatım da yediğim en lezzetli balık ekmekti, kerameti Çingene eli değmiş olmasından olsa gerekti…