Her zaman ki gibi erkenden uyandı. Yerinden kıpırdamaksızın yanında yatan eşinin derin ve düzenli soluk alıp verişini dinledi bir süre. Sonra eşinin eline uzanıp tuttu, tutuğu elin sıcaklığını elinde, teninde duyumsarken mutlulukla gülümseyip usulca sıyrıldı yataktan. Terlikler ses çıkarır kaygısından yalınayak kapıya gidip usulca açtı. Kapıyı yavaşça kapatıp mutfağa gitti. Su ısıtıcısına su koydu. Su ısınınca kendine kocaman bir maşrapada kahve yaptı. Bilgisayardan bir klasik müzik, müziğin tınıları usul yavaş yayılırken telefondan usta ışı zor bir ‘sudoku’ problemi indirdi. Başladı verilen rakamlar yardımı ile verilmeyen rakamları bulmak için cebelleşmeye; önce yatay taradı, sonra dikey…Daha sonra iki seçenekli olanlardan birini seçip seçeneğin birini denedi, sonuç alamayınca öbür seçeneği denedi. Çözmüştü…”Yahoooo” diyerek kendini kutladı.

Derince bir tabağa iki yumurta kırdı. Üzerine biraz karabiber, biraz rendelenmiş peynir bir iki çorba kaşığı da süt ekleyip başladı bir çatalla çırpmaya tabağın içindekiler iyice birbirleri ile özdeşleşinceye değin sürdürdü çırpma işlemini. Sonra genişçe bir tavaya yağ koyup ocağa sürdü. Yağ kızınca tabaktaki yumurtayı tavaya boşalttı. Tavadan çıkan ‘cozzzzz’ sesi yayıldı mutfağa.

Kahvaltı sonrası duş alıp tıraş oldu. Tıraş sonrası giyinip usulca çıktı evden. Üstü kapalı park yerindeki son model arabanın kapısını kumanda ile açıp bindi, çalıştırdı. Sitenin kapısını kumanda ile açıp şehir merkezine gitmek üzere yola koyuldu. Bir iki kilometre gitmişti ki karşıdan üzerine gelişigüzel plastik, kağıt, ıvır zıvır yığılı tekerlekli bir tezgahın Aksu köprüsüne girmek üzere olduğunu gördü. Frene basıp köprü girişinde durdu. Köprünün boşalmasını bekledi. Tekerlekli tezgah köprüyü geçince çekip gideceği yerde gelip araca iyice yaklaştı ve durdu. Arkasından üstü başı kir pas içinde esmer, yirmiye yakın yaşlarda bir delikanlı çıktı;ışıl ışıl, ip iri üzüm karası gözler, parıldayan bembeyaz dişler, simsiyah gür yağlı görünümlü kapkara saçlar, nerede ise tüm yüzünü kapsayan koskocaman sımsıcak bir gülümseme ile,

“Beyim çok teşekkür ederim, hayatımda ilk kez bir mersedes bana yol verdi.” Deyince bir an suskun kalıp ne diyeceğini bilemedi arabada kuşkulu bir bekleyiş içinde olan,

“Evladım bunda büyütülecek bir şey yok, zaten köprü dar ikimiz birden sığamayacaktık. Senin durman daha zor olacağından ben durayım dedim, hepsi bu!” dedi sonunda.

“Olsun abi…Ben nelerini görüp nelerle karşılaşıyorum…Köprüdeyim diye el kol hareketi yapan, küfredercesine ters ters bakan…!” deyip sırtını dönüp gitmek isteyince arkasından seslendi,

“Bi Dakka çocuğum!” deyip cüzdanından bir yirmilik çıkarıp uzattı,

“Lütfen şunu al, öğleyin acıkınca bir şeyler yersin!” Delikanlı iri kara gözlerini karşısındaki iri kahverengi gözlere dikerek gülümsedi, kırık dökük çatallaşmış bir sesle,

“Benim için, önemsenip adam yerine konmam dünyalara değer, bu da bana yetip çok bile gelir!” deyip paraya bile bakmadan sırtını dönüp tekerlekli aracının saplarına yapışıp ıradı gitti…

“Ivır zıvır yüklü tezğah ırayıp giderken “ Yaşamdan ders almanın ne zamanı, ne de ders verenin kim olacağı belli…” diye aklından geçirirken hafiften burkulan bir yürek ve buğulanan gözlerle gaz pedalına dokunup arabayı köprüye doğru sürdü…