Merhaba

Demli bir sohbetin en koyu ânında kitap ve okuma tutkusu için; “Tütün gibi belâlı huy” demişti bir zarif dostum. Ne kadar doğru söz! Okumanın tadını alan, kitap kokusuna tutkun, evinin bir bölümünü kitaplara ayıranlar için altı kırmızı kalemle çizilecek bir söz. Kadim medeniyetimizde kitap sevgisiyle meşhur olmuş nice insanlar gelip geçmiş. Bugün yaşamakta olan ve istikbalde isimleri anılacak kitap tutkunları da var. Günümüzde maalesef ki kitaba sevgi ve ilgiyi genele yaymak mümkün olamıyor bir türlü. Her geçen yılla birlikte dümeni kırılmış ve fırtınaya yakalanmış bir gemi misali hızla kıyıdan uzaklaşıyor gibiyiz okuma hevesinden. Yeni neslin okumaya olan ilgisinin öncekilere göre az olduğu, daha az okudukları ortada. Buna bir çâre bulunur mu diye sorarsanız, elbette bulunur derim. Evet, yaşadığımız zamanda bunca çeldiricinin okumakla aramıza girdiğini göre göre bunu başarmak kolay değil ama imkânsız da değil. Öncelikle okumanın tadına bakmak gerekir. Bütün alışkanlıklar öncelikle madde ya da mânânın tadına bakmakla başlıyor. Yaptığı bâzı yemekleri pek fazla rağbet görmeyen bir annenin çocuklarına söylediği “Tatmak mecbûri, doymak serbest” sözünü kendimize rehber edinirsek okuma ve kitap sevgisini kazanabileceğimiz kanaatindeyim. Günümüzde herkesin ilgi alanına göre yazılı eser bulması çok kolay. Sık sık dile getirdiğim gökkuşağından renkli bir medeniyetimiz ve onun anlatıldığı yazılı eserlerimiz var. Bize düşen başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmak, o renkli dünyayı tasvir eden satırlar arasına karışmak olacaktır.

Kitapların en güzel yanlarından biri de ne zaman buluşmak isteseniz son bıraktığınız yerde sizi bekliyor olmaları. Böyle sâdık dostu her zaman bulabilmek gerçekten zor. Hele ki yıllar önce okuduğunuz bir kitabı yeniden karıştırdığınızda sayfalarında altı çizilmiş satırlar, boşluklara alınmış kısa notlar ve işaretler varsa, uzun zaman sonra kavuştuğunuz bir dostun sevinci gibi içinizi kaplayan o hissin tadını verecek pek az şey vardır. Kitap sevgisi ve ilgisinin zamanla ya da mekânla sınırlandırılamadığına şâhit olunan örnekler var. Şu satırları yazmadan hemen önce 2009 yılında temin ederek bir solukta okuduğum bir gezi kitabının sayfalarını karıştırmaktaydım, yazar kitabın bir bölümünde; 1989 yılında ziyaret ettiği ve bir süre kaldığı Paris şehrindeki ünlü bir kütüphaneden bahsediyor. O satırları sizinle paylaşmak isterim. “…bu altı katlı binada her kat bir ana konuya tahsis edilmiş, koridorlar ise alt alanlara ayrılmıştır. Bu dev kütüphanenin neredeyse birkaç memurla tıkır tıkır işlemesi ve binlerce okuyucuya hizmet etmesi o zaman için dikkatimi çekmişti. Binlerce derken sakın abarttığımı sanmayın. Ana girişte bilgisayarlı bir sayaç o anda içeride kaç kişinin bulunduğunu gösterirdi. Alışkanlık edinmiştim; her seferinde gözüm sayaca kayardı. Sayı ortalama dört ilâ beş bin arasında değişirdi…” Yazar, bizim ancak stadyumlarda ulaşabildiğimiz insan sayısına bir kütüphanede rastlamış. Aslına bakarsanız Paris’e gidip bir kütüphaneyi ziyaret eden gezginimize duyduğum hayranlığımı da dile getirmeden edemeyeceğim. Dedim ya bir kitapsever için zaman ve mekân kavramı normal değerlerin dışına taşar. Kitap âşıklarının hâlinden aynı derde düşenler bilir. Kitap sevdalıları ödünç kitap için şöyle derler; benim dünyadaki tek sevgilim kitaplardır. Peki, sen hiç ödünç verilen sevgili gördün mü? Efendim, kültürlü bir insan için; düşünen, anlayan, öğrenmek isteyen bir kimse için her eğlence geçebiliyor, hepsi sönüp gidiyor yalnız okumak kalıyor.

Bizim de yukarıda okuduğunuz satırlarda kendilerinden bahsedilen Paris’teki kütüphaneyi dolduran insanların sayısı ve hatta fazlası kadar okuyan, araştıran insanlara ihtiyacımızın olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Okumak, engin denizlere açılmak gibidir. Denize açılan kişiyi taşıyan teknenin yelkenine dolan rüzgâr, onu yeni sulara götürür. İnsan; dünyaya, bilmek ve hakikati bulmak için gelmiştir. Kendini bilmek, kendini bulmak ve insan olmak için. Bulmak için de aramak şarttır.

***

Mehmed Âkif Ersoy’un yakın dostlarından ve oldukça geniş bir kütüphaneye sahip Ali Şevki Paşa’nın evine gelen konuklarından birçokları Paşanın kütüphanesinde ender bulunan kitaplardan her seferinde bir veya birkaçını ödünç alıp götürürler aradan zaman geçmesine rağmen ya iade etmekte gecikirler ya da hepten kitapların üzerine yatarlarmış. Ali Şevki Paşa bakar ki gidenler geri gelmiyor o vakit büyükçe bir levhaya, yazının girişinde arz ettiğimiz beyiti yazarak kütüphanesine asar. Beyitte şöyle denilmektedir;” Ödünç kitap alanların vefasızlıklarından hesapsız zarar içerisindeyim, bundan böyle tövbe ettim, hiç kimseye ödünç kitap vermem.” Ali Şevki Paşa’ya hak vermemek elde değil zira bizim de ödünç verdiğimiz bir daha geri gelmediği için yeniden temin etmek durumunda kaldığımız kitaplarımız var maalesef.

***

Bir Kelime

Âriyet: Bir malın istifadesini kullanıp geri vermek üzere emâneten vermek. Emânet vermek.

***

Efendim, bir sonraki yazıda yeniden buluşana dek hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.