Peki biz insanları nefret duygusuna iten bazı durumlar hangileridir?
Çocukluğumuz: Çocukken hayatımızdaki otorite figürlerinin, örneğin ebeveynlerimizin sistematik olarak kötü hareketlerine, fiziksel ve duygusal istismarlarına maruz kalmak, içimizdeki nefret duygusunun tohumlarını atmış olabilir. Çocuklukta oluşmuş duygusal yaralarımızın, nefretimizin üzerinde çalışmadığımız takdirde, geçmişten kaynaklı nefret duygumuzun bugünümüzü yaşamamıza engel olma olasılığı yüksektir. Mesela çocukken ailemizin bir ferdine karşı duyduğumuz ancak üstesinden gelemediğimiz nefreti, yetişkin olduğumuzda nefretimizin kaynağı olmayan başka insanlara yansıtabiliriz.
Korku: Bazen bizden farklı olan kişilere duyduğumuz korku bizi nefret duygusuna sürükler. Bu gibi durumlarda kişi, kendine benzemediğini düşündüğü insanı, adeta kendi varlığına bir tehdit unsuru gibi görerek o insandan nefret eder.
Yansıtma: Bazen de kişi kendinde görmek istemediği ya da kabullenmediği özelliklerini bir başkasında görür ve o insandan nefret etmeye başlar. Kişinin kendini bir bütün olarak kabul etmesi, kişinin nefret duygularının azalmasına yol açacaktır.
Kurban rolü oynamak: Hayatın bize haksızlık yaptığını düşünüyorsak, şanssız olduğumuza inanıyorsak, bizden daha şanslı olduğunu düşündüğümüz insanların sahip olduklarına bakıp o insanlardan nefret edebiliriz.
Nefret öğrenilen bir duygudur. Hiçbir insan dünyaya nefret dolu bir şekilde gelmez. Merhametin ve sevginin olmadığı yerde nefret ortaya çıkar. Unutmamak gerekir ki nefret en çok sahibine zarar verir. Buda’nın da dediği gibi kalbimizde ve zihnimizde nefrete yer vermek, elimizde kızgın bir kömür parçasını tutup, nefret ettiğimiz insanın yanmasını istemeye benzer.
Nefretin zihniniz üzerindeki etkisini anlamak için hemen şimdi bir egzersiz yapabilirsiniz. Gözlerinizi kapatıp sevdiğiniz birini düşünün. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Büyük bir ihtimalle kalbinize güzel bir his geldi, öyle değil mi? Şimdi de nefret ettiğiniz bir kişiyi aklınıza getirin ve nasıl hissettiğinizi gözlemleyin. Siz kendinize, zihninize ve etrafınıza nefretin yol açtığı duyguları mı yaşatmak istiyorsunuz, yoksa sevginin mi?
Egzersizimize devam edelim. Bu sefer bir deftere ve kaleme ihtiyacınız var. Nefret ettiğiniz bir insanı düşünün. O insandan neden nefret ettiğinizi defterinize yazın. Nefret ettiğiniz kişi sizde hangi duyguları uyandırıyor? O kişiye yönelik tüm duygularınızı kendinizi yargılamadan serbest bir şekilde kağıda dökün. Nefret ettiğiniz insanla benzediğinizi düşündüğünüz ve ayrıştığınız noktalar nedir?
Bir an durun ve nefret ettiğiniz kişinin de tıpkı sizin gibi bir insan olduğunun farkına varın. Evet o nefret ettiğiniz insan da ağlayan, gülen, kısacası duyguları olan bir insan. O kişiyi dilerseniz yine sevmemeye, yine ondan hoşlanmamaya devam edebilirsiniz, ancak hayatınızın geri kalanını nefret gibi yakıcı bir duyguyu içinizde taşıyarak sürdürmek istediğinize emin misiniz? Buda’nın verdiği örnekteki kızgın kömür parçasını artık elimizden atma zamanı gelmedi mi? Dilerseniz bu konular üzerinde bir psikologla çalışabilir, içinizdeki nefreti yönetmenin yöntemlerini öğrenebilirsiniz.
Hep dünyanın gitgide ne kadar nefret dolu bir yer olduğundan şikayet ediyoruz. Halbuki biz neysek dünya da odur. Bu yazıyı, küçük yaşta çok kitap okuduğu ve felsefeye ilgi gösterdiği için gündeme gelen bir çocuk hakkındaki, nefret dolu sosyal medya yorumlarını okuduktan sonra yazmaya karar verdim. Biz gerek gerçek dünyada gerekse de sosyal medyadaki hareketlerimizle dünyada sevginin yayılmasına mı hizmet ediyoruz yoksa nefretin mi?
Tercihimizi her zaman sevgiden yana yapmamız dileklerimle.