Tüm sorunlar ötelenerek gündemimizde Libya sorunu ön plana çıktı. Bu günü anlayabilmek için öncesini incelemekte yarar var.

2011 yılında Arap Baharı’nın amacı; hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmaktı. Ordusu bölünen Suriye ve Libya bu kaderi yaşayan ülkeler arasında yer aldı. Vekâlet savaşlarının yaşandığı Orta Doğu’da Müslümanlar çatıştırılarak kan ve gözyaşı ile savrulan kadınlar ve çocukların dramına tanıklık ediyoruz.

Libya, enerji kaynakları zengin olan bir ülke olarak dünya petrol rezervleri sıralamasında 9’ncu, doğalgaz rezervleri sıralamasında 20’nci sırada yer almaktadır. Libya’ya müdahale enerji kaynaklarının paylaşımıdır. Diğer önemli neden, Çin’in Libya’da varlığının giderek yükselmesiydi. ABD, Çin’i Libya’dan çıkarmak istiyordu.

Türkiye, Büyük Orta Doğu Projesi’nin Eş Başkanı olarak Müslüman Kardeşleri destekleyerek Yeni Osmanlı Hayali içerisindeydi. Geleceğe yönelik iç savaşı tahmin edememişti. 17 Şubat 2011 günü sosyal medya üzerinden örgütlenenlerin protestolarıyla olaylar başlamıştı. ABD’nin teşvikiyle NATO’nun müdahalesi dillendiriliyordu. AKP’nin Genel Başkanı “NATO’nun ne işi var “ diyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de aynı söylemde bulunuyordu.

17 Mart günü Birleşmiş Milletlerin uçuşa yasak bölge kararı sonrası Libya’ya müdahalenin yolu açıldı. 19 Mart’ta Fransa 22 ülke lideriyle Paris’te toplantı yapıyor, Türkiye ise bulunmuyordu. Toplantıyı müteakip Fransız uçakları Libya’yı bombalamaya başladı. 27 Mart’tan itibaren harekât NATO’ya devredildi. Sonrası iç savaş başladı. Küresel Güçler; istikrarlı ülke istemiyorlar. İstikrarsız ülkede, silah şirketlerinin silahlarını satması gerekiyor.

Halen Libya’da iki grup bulunmaktadır. Birincisi; uluslar arası alanda tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti. İkincisi ise sözde Ulusal Libya Ordusu bulunmaktadır. Türkiye, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer almaktadır. Suriye’de uluslararası alanda tanınmış mevcut rejim ile temas kurulmaz iken burada farklı bir ilişki ile karşılaşıyoruz.

Türkiye, askeri harekâtı sürdürebilmesi için yakın bölgede üs bölgesi tesis etmek zorundadır. Tunus ve Cezayir ile kurulan temas sonuçsuz kalmıştır. Dolayısıyla askeri harekâtın ikmali, desteği, sıhhi tahliye ve tedavisi önem arz etmektedir. Askeri yönden alınması gereken tedbirlerin, riskler göz ardı edilmeden planlanması gerekmektedir.

Mevcut Ulusal Mutabakat Hükümeti ile ilişkinin, yeterli olmadığı değerlendirilmektedir. İki tarafla temas kurulmalı, sonraki muhtemel gelişmeler dikkate alınarak Birleşmiş Milletler Gücü değerlendirilmelidir. Gerek yazılı gerek görsel basında savaş yanlısı açıklamalar yapanlar, Atatürk’ün “Savaş, zorunlu olmadıkça cinayettir” sözü unutulmamalıdır. Savaşı, kan akıtanlar bilir. Savaşı yaşayan askerler bilir. Savaşı, kınalı kuzularını gönderip yolunu bekleyen anneler bilir.