Hava kapalı olmalı ki oda henüz aydınlanmamıştı. Mutfağa geçip su ısıtıcısına su koydum. Su ısınırken yıkanmalığa geçip elimi yüzümü yıkadım. Sonra kendime kocaman bir fincan kahve hazırlayıp balkona çıktım. Hafiften yağmur çiseliyordu. Balkondaki divana kurulup dizlerime bir battaniye çektim. Uzanıp sehpanın üzerindeki sudokuyu aldım… Kahve yudumlarken sudoku çözmek güzel, kuşkusuz daha güzel şeyler de vardır… Uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış yârin yanına sokulup, onun sıcaklığını teninde hissetmek, elinin altında atan yüreğin, senin için de attığını bilmek… Artan solukların birbirine karışıvermesi gibi… Neyse ben yine bu düşüncelerden kendimi zorla, ite kaka ayırıp yine sudokuya odaklandım… Bu arada ara sıra gözümün ucuyla yağmurun dinip dinmediğine bakıyorum… Bir ara baktım yağmur dinmiş, sudokuyu sehpanın üzerine atıp giyindim. Deniz çantamı sırtıma alıp evden çıkıp merdivenlere yürüdüm. Odunluktan bisikleti çıkarıp bindim. Evden henüz iki-üç yüz metre uzaklaşmıştım ki yağmur yine çiselemeye başladı…Sırtımdaki yağmurluğun başlığını başıma geçirim..Biraz daha ilerleyince yağmur dindi…Deniz kenarına, konyaaltına geldiğimde baktım koca sahilde benden başka kimse yoktu…Deniz çarşaf gibi sakindi …Çınar ağacının altına soyunup denize doğru yürüdüm…Kendimi denizin güzel, müşfik, serin kollarına bıraktım…henüz iki yüz metre falan açılmamıştım ki yağmur yeniden başladı…kendi kendime ‘yağmurun altında yüzmek güzeldir güzel olmasına da …neme gerek yıldırıma davetiye çıkarmanın da anlamı yok’ düşüncesi içinde yönümü kıyıya doğru çevirdim…Biraz da kıyıya paralel ileri geri yüzdüm…Yağmur bu arada kara çevirdi…Şu Allahın işine bak, birde Antalya’ya kar yağmaz derler deyip denizden çıktım…Ben denizden çıkarken kar tipiye çevirdi, yağmur yağarken yumuşacık olan hava sertleşmeye başladı. Hızla elbiselerimin olduğu çınar ağacına doğru koştum. Gelişigüzel kurulanıp giyinmeye başladım… Bu arada tipi iyice arttı, soğuktan parmaklarım kaskatı oldu, zar zor pantolonu ayağıma geçirmeyi becerdim ama bir türlü düğmelerini düğmeleyemiyordum… Zar zor ayağıma geçirdiğim pantolonun önünü bir elimle kavrayıp diğer elimle çanta manta ne varsa toplayıp hemen elli atmış metre ötemdeki taksi durağına koştum… Durakta soba yanıyordu… Sobanın üzerindeki çaydanlıktan buharlar çıkıyordu… Şoförler yüzlerinde muzip muzip gülümseme bana sobanın yakınında yer açtılar ve elime bir bardak çay tutuşturdular… Ellerim soğuktan buymuş, bardağı güçbelâ tutuyordu… Bu arada elimde sallanan bardaktan üzerime biraz çay döküldü… On-on beş dakika kadar durakta misafir oldum. Ellerimin buyması geçti… Güzelce giyindim. Taksicilerin ‘abi evine bırakalım!’ türünden ısrarlarına teşekkür edip bisiklete atlayıp eve yollandım.