Ulus kavramı; egemen bir toplumun üyelerinin değerlerini, inançlarını, normlarını, tutum ve davranışlarını içerir. Ne yazık ki medya organları da, ulus kavramı içerisinde yer alan aşırı uç düşünceleri, hatta ırkçılığı sürdürmekte en önemli araçlardandır.

Farklı bir etnik kökene sahip oldukları için diğer insanlara yönelik önyargı, ayrımcılık veya düşmanlık en son Rusya ve Ukrayna Savaşı’nı kendisini göstermiş ve özellikle Batı medyasında fazlasıyla rahatsız edici olmuştur.

Basın kanalları, hem insanları etkilemek hem de onların algılarını değiştirmek için var gücüyle çalışmaktadır. Basının rolünü şekillendiren sosyal boyutlar her savaş ortamında, çatışmada biraz daha derinleşmektedir.

Dünya geneline baktığımızda, Medya ırkçılığından muzdarip onlarca azınlık olduğunu görmekteyiz. Azınlıklara ve mültecilere karşı etnik ve ideolojilerin yaratılmasında özellikle elitler ve aydınların başı çektiğini üzülerek izlemekteyiz. Medyada ırkçı söylem, toplumdaki farklı olanları “öteki” olarak konumlandırırken; ötekileştirme ve önyargının basını yöneten sembolik seçkinler tarafından yaratıldığına şahit olmaktayız. Basın, haberi istediği gibi yansıtıyor, önyargılı yaklaşıyor veya ırkçı anlayışta güçlü kaynaklar seçiyor.

Avrupa ülkelerinin yönetimlerine baktığımızda; azınlıklar, mülteciler ve göçmenler için yıllardır bazen doğrudan bazen de gizli bir şekilde ayrımcılık yapıldığını görmekteyiz. İş olanakları göçmenler için eşit olmadığı gibi, bu eşitsizlik beyaz editörler tarafından da ne yazık ki desteklenir. Avrupa’da beyaz olmayan editörlerin sayısının ne denli az olduğunu düşünürsek; Medya organlarında ayrımcılık, öncelikle iş seçimi üzerinden yapılır ve istenmeyen haberlerin böylece önüne geçilir. Beyazlar haberleri üretirken, haber seçim sürecinde de yine beyazlar etkin rol oynar.

Haber yapılma sürecindeki konularda açık ve örtük ırkçılık görülür. Haber, yerli halkın kötü olaylarına engel olurken, azınlıkların olumsuz olaylarına vurgu yapar. Azınlıkların toplumla bütünleşmedikleri, nefret suçlarına veya uyuşturucu kullanımına meyilli oldukları şeklinde yorumlanmasına yol açarlar. Bu yüzden kötü alışkanlıkları haberlerde daha çok vurgulanır. Azınlıklar böylece toplumda sanki bir tehdit olarak gösterilir.

Haberlerde “Diğeriyle bir derdim yok” demeye başlasalar bile sayfaların sonunda diğeriyle ilgili olumsuz yönleri vurgularlar.Irkçı habercilikte genelleme ve klişeleştirme kullanılmaktadır. Etnik azınlıklar/renkli halklar ve yerli halklar hakkında konuşmak gerektiğinde, fazla konuşmalarına izin verilmemektedir. Bunun yerine, genellikle beyaz olan bir yetkili onlar adına konuşur.

Medyada ‘ırk’ ve ırkçılıkla ilgili konularda toplumda konu hakkında genel bir fikir oluşturan, halk arasında fikir birliği sağlayan haberlere en etkili örnek belki de Ruanda Savaşı’dır. 1994 yılında Ruanda soykırımında, bir medya kanalının Tutsilerle ilgili ırkçı haberleri, Hutuların Tutsilere karşı harekete geçmesine neden olmakta ve Tutsileri toplumda istenmeyen olarak yaftalanmaktadır. Dolayısıyla Ruanda’da sömürgeci devletlerin yarattığı ten rengine veya diğer tanımlayıcı özelliklerine göre süregelen çatışmalar medya tarafından abartılmıştır. Böylece Hutular çok kısa sürede 800 bin Tutsi’yi öldürmüşlerdir.

Bu nedenle; dünyanın neresinde olursa olsun; toplumda nefret suçu yaratmak ve bir asimilasyon yöntemi olarak medya organları kullanılmamalı ve muhabirlerler de haber üretiminde dikkatli olmalıdır.