Merhaba

Bir zamanlar bir yolcu biraz serinlemek ve dinlenmek için bahçesi nar ağaçları ile dolu bir evin kapısını çalmış. Ev sahibinin o gün işi başından aşkınmış, yapması gereken birçok iş olmasına rağmen Tanrı misafiridir diyerek kapısına gelen için bir ağaç gölgesine minder sererek bir bardak da nar suyu getirmiş. Yol yorgunu yolcu nar suyuna bayılmış, ömründe bu kadar lezzetli bir nar suyu içmediğinin farkına varmış. Ev sahibi yolcunun nar suyunu bitirmesinin ardından “Beklemediğim misafirim artık gider ben de işime gücüme bakarım” diye düşünürken misafir işi uzatmış “Hele sen bana bir bardak daha nar suyu getir” demiş. Ev sahibi çâr nâçâr (İster istemez, çâresiz) aynı ağaçlardan topladığı narlardan sıktığı bir bardak nar suyu daha getirmiş. Adam nar suyunu içmişse de aynı lezzeti bulamamış. Şaşkınlık içerisinde sormuş, “Ağaç aynı, nar aynı… Neden böyle oldu?” Ev sahibi cevaplandırmış, “İlk içtiğine gönlümü de katmıştım.”

Efendim, gönülden yapılan işler ne kadar güzeldir, rûha temas eder, güzel izler bırakır. Gönülden yapılan iş için bir karşılık beklenmez. Gönülden verilen bir bardak nar suyu dünyalara bedelken, gönülsüz dünyaları versen alan kişide bir kıymet ifade etmez. Gönül kelimesini son birkaç cümle içerisinde ne kadar çok kullandık değil mi? Gönül nedir, nerededir diye sorsak kaçımız lâyıkıyla cevap verebilir? Tek başına kalp desen değil, yürek desen değil, hatır desen hiç değil. Belki bunların hepsi ve ondan da fazlasıdır. Şâir Nef’î gönlü; “Hem kadeh, hem bâde, hem şûh bir sâkîdir gönül” (Gönül; hem güzel ve neşeli bir içki sunan kişi, hem içkinin kendisi hem de içkinin sunulduğu bardaktır.) diye tarif ederken, gönüller Sultânı Yunus Emre’ ye göre gönül; “Çalab’ın (Allah’ın) tahtıdır.” Yunus’un tanımladığı gönül Allah’ın tahtı olduğuna göre bir mekânsızlık mekânıdır gönül.

İnsan ne kadar güzel olsa, genç, dinamik ve atletik olsa da yıllara okuduğu meydan bir yere kadar gidiyor, sonrasında eşyanın tabiatı beden üzerinde tecelli etmeye başlıyor. Fakat ruh öyle değil. Ruh; beden kafesinde bulunduğu müddetçe beden emanetçisinin yapacağı bakımlarla, sadeliğinde saklı nakış nakış süslemelerin asaletiyle her zaman genç ve güzel kalabilir. Nice yaşını almış gitmiş büyüklerimiz vardır ki ruhlarının başköşesinde barındırdıkları parlak tahtları sebebiyle genç ve güzel gibi görünenlerikırk kez ceplerinden çıkarırlar. Demek oluyor ki insan yalnızca bedenden değil, ruh ve gönülden ibaret, beden sadece o ruhu taşıyan bir vasıtadır. Ruh çıkıp gittikten sonra kalan vasıtaya kimse tahammül edemez, hemen gömmek ve hamurunun karıldığı toprağa kavuşturmak istenir.

Efendim, bir süreden beri her hafta çınar altında buluşup gönlümüzden taşan, ruhumuzdan kaynayan konularla ilgili kısa sohbetler ettik. Bize ait olan ve mazisi bin yıl öncesine uzanan değerlerden bahsettik, kültür ve medeniyetimize dair o güzel hâtıraları yâd ettik. Tarihten, sanattan, edebiyatın muhtelif dallarından hoşlanan herkesin az çok aşinâ olduğu konuların tekrar üzerinden geçtik. Maksadımız; ilk yayınlanan yazıda da beyan ettiğimiz gibi kimseye bir şey öğretmek değil, eksik ve kusurlarıyla birlikte bildiklerimizi karşılıklı olarak birbirimize aktarmaktı. Bu süreçte tebrik ve memnuniyet içeren ifadelerle muhatap olduğumuz gibi “Bu yazılan ve anlatılanları siz seviyorsunuz diye herkes sevmek zorunda değil, boş bir çaba içerisindesiniz” söylemlerine de rastladık. Herkesin kendine göre fikir ve yorumu vardır, kimseye bir şey söylemek haddinde değiliz. Fakat şunu her fırsatta söylediğim ve anlatmaya gayret ettiğim gibi yazılara hâkim olan konuların geneli bize ait değerlerdir. Milletimizi oluşturan fertler, bize ait olan ve bizi biz yapan değerleri sevmeyecek ve sahiplenmeyecekse acaba bütün bunları kim sevip sahip çıkacak? Tarihimizi, medeniyetimizi, kültürümüzü, sanatımızı sevmek, ilgi duymak, onlardan hoşlanmak bize düşmeyecekse ya kime düşecek? İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee 1975 yılında 86 yaşındayken ölmeden önce yaklaşık 50 senesini İstanbul kütüphanelerinde geçirmiş. Kültür ve medeniyetimize olan hayranlığını “Şâir Baki’nin memleketinde bulunmak şerefi bana yeter” sözüyle dile getirmiş, kütüphanelerimizden devşirdiği hazineyle yazdığı kitaplar kendi boyunu aşmıştır. Bize ait kültürü bir İngiliz kadar sevemeyeceksek burada biraz durup düşünmek gerekeceği kanaatindeyim.

***

Bir Kelime

Bahtiyar: Talihli, mutlu, bahtlı, mesut, şanslı.

***

Efendim, bu yazı aynı zamanda bir vedâ yazısıdır. Çınar altındaki kısa sohbetlerimizden çok keyif aldım, haz duydum. Ne okuduysanız hep gönülden verilen nar suyu gibiydi. Ümîd ederim ki gönüllerde hoş bir serinlik bırakmışızdır. Anlattıklarımızla kırıp incittikse, sürç-i lisân ettikse affola. Madem bir garip yolcuyuz bu âlemde, yolcuya düşen yolu sevmektir önce. Ayrı kaldığımız zamanda hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.

Çekmez bizim cefâmızı bir gülizâr için,

Bülbül susarsa güller öter Bahtiyar için.

Editör: Haber Merkezi