Kapı açıldı; kapıda müdür Kel Emin, yanında tarih öğretmenimiz Heredot Osman, yanlarında narin yapılı, ufak tefek bir kız; kızın üzerinde diz kapaklarının altına doğru uzanan kara bir okul önlüğü, beyaz yaka, çenenin hemen altından kesilmiş düz, hafif yandan ayrılmış gür kapkara saçlar, pek kalın olmayan simsiyah iki kaş, kaşların altında irimi iri üzüm karası iki göz…gözlerden biçimli dudaklara doğru uzanan düzgün, yumuşak ucu hafif havaya kalkık bir burun, burnun altında ne yuvarlak ne de sivri denebilecek ama yüzü çok hoş bir biçimde tamamlayan bir çene, narin bembeyaz bir boyun…

Kel Emin başladı yanlarındaki kızı göstererek konuşmaya; bu arkadaşınız…Ben kel Emin’in sözlerinden kurtulup kızın gözlerine doğru akıp gitmişim…Kızın iri kara gözleri sınıfta öylesine dolanıp dururken benimkilere takıldı kaldı bir an için…Bu bir ana sımsıkı tutunup tutunduğum yerde kalmak istedim ama tutunamayıp bir kenara yuvarlanırken simsiyah gözler uzaklaştı gitti…

Kara gözlerin sahibinin adı Zeynep’miş …Uzaktan, gölge gibi izliyorum, izlerken de izlediğimi sezdirmemek için son derece dikkatliyim. Ben silik, yanık, kavruk ufak tefek bir köylü çocuğuyum. Benim gibi yanık, kavruk bir sürü köy çocuğu arasında zaten görünmezler ordusunda gibiyim. Zeynep’in beni görmediği, görse bile umursamadığı, bakışlarından belli… Olsun…

Bir gün okul çıkışı, arkadaşım Hilmi’yi bekliyorum. Okulun caddeye açılan çıkış kapısının hemen yanında ayaklarımı uzatıp oturmuşum…Öğrenciler, kimi ilgisiz, kimi şöyle göz ucu ile , kimi alaylı bakıp geçerken baktım Zeynep geliyor; bir an kararsız ne yapacağımı bilemedim…kalkıp kendime çeki düzen vermeye mi çalışsam yoksa bozuntuya vermeyip öylece oturup istifimi bozmasam…ben bu ikilemde bocalayıp dururken Zeynep’in kara gözlerine yakalandım; kara gözlerde kızgınlık mı, ayıplama mı, yoksa umursamazlık mı var anlamaya çalışırken Zeynep önümden geçip gitti. Hilmi’ye falan boş verip oturduğum yerden toparlandım. Başladım uzaktan takibe. Haydaaaa Zeynep başladı Çivril’in çıkışına Stada doğru gitmeye…Gitti gitti taaa yolun sonundaki, yolun sağ tarafındaki üç katlı evlere, o evlerin en sonundaki eve girdi. O ev, o an sonrası benim adak ağacım, tekkem olacaktı…Zamanlı zamansız, gece gündüz o evin önünden geçecek, evin önünden geçerken Zeynep’i görürüm umudu ile içim içime sığmaz olup soluklarım sıklaşıp kalbim atışını hızlandıracak…Evlerinin önünden geçerken gece ise; yola bakan pencerelerden birine bir gölge yansısa, yansıyan gölgenin Zeynep’in gölgesidir belki umudu ile gözlerim pür dikkat gölgede Zeynep’e benzer izler ararken perdede gölge mölge kalmaz…Ben yeni bir gölge peşinde, yol boyunca gidip gelecek…Bazen gördüğüm gölgeyi Zeynep’e benzetip mutlu, bazen gölge mölge görmeden ardın ardın, yayan yapıldak, umutlarımı bir başka akşama saklayıp köye kadar yürüyüp gelecektim…

Gecelerce Zeynep hayali ile yatıp, Zeynep hayali kuracak; okulda mel melun güya çaktırmadan Zeynep’e bakacak, Çivril’den ayrıldıktan yıllar sonra bile Zeynep için Zeyyyyneppp diye kıvranıp duracaktım…Ta ki K….. karşıma çıkıp, Zeynep’in resmini indirip kendi resmini yüreğimin taaaa orta yerine asıncaya değin…