Nasreddin Hoca sevgisi ile Hocayı araştırdım. 2002 yılında Ekin’de köşe yazarı olarak yazmaya başladım. Uzun süreli yıllar Nasreddin Hoca ve benzeri hikayeler, fıkralar, nükteler ve mizahi yazılar yazdım. Arada şiirler yazdığım da oldu.
2004 yılında Muslugümeli Elif’in hikayesini duyunca araştırmaya başladım. Musacalı’dan Muslugüme’ye uzanan bir roman ve hatta filminin senaryosunu yazmaktı. Haydanlı Senarist Yazar Mehmet Uyar hocam yardımcı olmasına rağmen olmadı, beceremedim. Roman yazacak kapasiteye sahip olmadığımı anladım. Muslugüme köyüne ait: Muslugümeli Elif, Yörük Kızı Fikriye, Battal Efem adında üç türkü kazandırdım. Bu türkülerden Elif birçok yerel kanalda ve Kırk Ambar da okundu. Bu türküden dolayı Ankara’da “Yaşayan Tarih” adlı kitapta adıma iki sayfa yazılar çıktı, yayınlandı.
Muslugüme araştırmalarım televizyona taşındı. Hocam Dr. Muharrem Bayar çok yardımcı oldu. Bizzat geldi televizyon programına katıldı, ayrı bir renk ve anlam kazandırdı. İlginç diyaloglar da yaşadım. Arayanlar soranlar da oldu. Emine adında bir öğretmen. Cep telden beni aradı, sordu:
-Hangi hakla köyümü, akrabalarımı araştırıyorsun, kimsin sen?
-Şair, yazar.
-Başka?
-Çırak.
-Ne çırağı?
-Araştırmacı.
-Şair misin, çırak mısın her kimsen seni mahkemelerde süründüreceğim…
-Siz bilirsiniz hocam. Nasıl biliyorsanız öyle olsun, dedim.
Muslugüme Kabristanlığında çok fazla dolaşmam birilerinin dikkatini çekti ki, adım: “Hazine Avcısı” na çıktı. “Yaykın Dağında iki mezarlık var, Habbe ve Kız Mezarlığı gel birlikte define arayalım” gibi teklifler de aldım. Defineci değilim diyorum, inanmıyorlar.
O günlerde Seydi Kemerli genç bir çocuk geldi, dedi ki:
-Evde canım sıkılıyor, araştırmalarınızda yardımcı asistan olayım.
-Olur, dedim.
Soğuk bir kış günü genç yardımcım ile yollardayız. Ufak bir kameram var, daha sonra çalındı. Genç yardımcım çok üzüldü.
-Üzülme, dedim. Hayatımız çalınmış, kamera çalınmış çok mu? Sen üzülme.
Muslugüme’ye giden yollarda Ortaköy’e girmişim, araba bozuldu. Havada ayaz var, soğuk. Köyün kahvesine girdik, selam verdik çay içiyoruz, sordular:
-Kimsiniz, niye geldiniz?
-Buralarda insanları en iyi olan köyleri araştırıyorum, o köy hangi köy ise televizyon çekimleri yapacağız, dedim.
Kahvede çayımızı içerken arabamızı tamir ettiler. Evlerinde misafir etmek istediler. O ara ben Muslugüme köyü muhtarı Zeybekler Sülalesinden Şahin Düngül kardeşimi aradım, durumu anlattım. Muhtar çıktı geldi, arabamız da tamir edilmişti. Şimdi düşünüyorum da televizyon ekibini yarım saat Ortaköy de çekim yapmaları için ikna edebilirdim. Bu da benim eksikliğim.
Muslugüme araştırması ve Teyner de Koyun Baba türbesi televizyonlarda iki bölüm halinde yayınlanınca beni tehdit edenler ve hatta Emine öğretmen de aradı, özür diledi. “Seni yanlış anladık” dediler. Canınız sağ olsun, dedim.
Program sonrası çok fazla sayıda telefonlar aldım. “Bizim köyü bu kadar çok nasıl tanıyorsun, sen bizim köyden misin, kimin oğlusun, kimlerdensin?” diye soranlar oldu. Ve hatta bir kadın, “Sen kardeşlerimin hepsinin adını söyledin, beni niye unuttun?” diye biraz da sitem etti.
Aradan yıllar geçti, özlüyorum o günleri. Mezarlıktan beni evlerine yemeğe götüren insanları, bizde bu akşam şu yemek var, seversin. Akşam yemeğini bizde ye, diyen o güzel insanlar…
Ömrünüz ve zamanınız olursa bir gün, hemen hemen her evde iki evladını toprağa veren acıların köyü Muslugüme’ye varın gidin, ziyaret edin. O güzel insanları tanıyın, bir de Koyun Baba’ya uğrayın. Bizlere bu toprakları yurt olarak miras bırakan atalarımızın Anadolu Selçuklu ve Osmanlı mezarlarını görün, tanıyın. Benim için de dua etmeyi unutmayın.
Not:Muslugüme araştırmalarım da yardımlarını esirgemeyen eski muhtarlardan Poyrazlı Osman oğlu Emin Manaz ağabeye ayrıca teşekkürler.