Bisikletin pedalına hırsla basıyorum…yere sürtünen lastiklerin vızıltısı; pedallara yüklenen güç orantısında gittikçe artıyor…Artan vızıltılar, gittikçe bacaklarımda, baldırlarımda başlayan isyanlar…Görmezden, duymazdan gelip basıyorum pedallara…

Soluk soluğa, sırtımda hafiften terlemeler… kahvehanenin önünde frene bastım. Baktım, o orada…

Bir an öylece kararsız, şaşkın, kıskanç baktım. Sonra hangi akla hizmet etmek istedimse tekrar pedallara yüklendim. Yüklendikçe tekerleklerin yerde sürtünmesi arttı. Tekerleklerin sürtünmesi, vızıltısı, cızırtısı yüreğimin tapırtısına küpürtüsüne karışırken iki katlı bir evin önünde durup zile bastım…

Kapı açıldı…Kapıda narın yapılı, saçlarında gümüş teller…gümüş teller arasında ikindi güneşinin altın parıltıları…Solgun, yorgun görünümlü bir yüz,,,iri, bal rengi bana çevrili iki kocaman göz…

Bir an için bal renkli iri gözler gözlerime saplanıp kaldı…

Dönüp, daha önce de yaptığım gibi arkama bakmadan kaçıp gitmek, ya da durup, kalıp, dikilip gözlerimi gözlerinin derinlerine, içlerine, taaa en kuytu yerlerine yerleştirip kalmak arasında bir süre bocalayıp kaldım.

Sessizliği gözleri değil isteksizce aralanan dudakları bozdu,

“Niye geldin?”

Oysa gözleri; “iyi ki geldin…” der gibiydi.….

Sustum kaldım…sanki dilim tutuldu.ne diyeceğim bilemiyorum.

Dudaklar gerildi, oysa gözler dudaklara aldırmaz gibiydi…

“Söylesene niye geldin?”

Öylece baktım…Gözlerinin akında, kahverengisinde, göz bebeğinde, ta içindeyim artık…derinliklerine doğru ilerliyorum. Bir an yolumu kaybettim. Bir o yana , bir bu yana koşturup yolumu bulmaya çalışıyorum…Panik oldum, kan ter içinde koşturuyorum…Soluk soluğa kalmışım…bir yanım diyor kal öyle, öbür yanım ise kaç…

Kaçmayıp kaldım. Gözlerimin yeşilini iri kahverengi gözlerin içinden güç bela ayırıp ikindi güneşinde gümüş parıltıları saçan saçlara, iri kahverengi gözleri kucaklayan derin çizgilere, çizgiler arasındaki beli belirsiz kırışıklara, gergin kararlı dudaklara, narin çeneye, incecik boyna kadar indi, inerken güçsüz kalıp öylesine durdu bir süre, sonra yine tırmandı yukarılara güç bela kahverengi gözlere, kahverengi gözlerin derinliklerine…

Sanki gözü, saçı, teni, yüreğinin atışı, gel der gibi…Ama o gergin acımasız dudaklar hırsla aralanırken aralanan dudaklardan uzanan “Git!” fısıltısı kapıyı yüzüme fırlatıyor…

Önümde kapalı kapı…Dizlerimde bir dermansızlık…Yüreğim yorgun…Dönüp batan güneşe doğru gidiyorum…