“Güneşli günlerde herkes iyi, dalgasız denizde herkes kaptan. Gerçek dostlar da, gerçek kaptanlar da fırtınalı günlerde belli olur.” Özlü sözlerinin mantığındaki gibi, fırtınalı ve gerçeklerle yüzleştiğimiz günlerden geçiyoruz.

Son yıllarda ülke genelinde‘şiddetli kurak’ geçen sonbahar aylarına alışmıştık. En azından Kasım ayı sonunda bolca yağmur yağmasını beklerken, sağanak yağış ve şiddetli fırtına İzmir, İstanbul gibi bazı şehirlerimizde oldukça etkili oldu. Ağaçlar devrildi, çatılar havaya uçtu, maalesef can kayıpları yaşandı.

İşte hayat, bazen fırtınalarıyla sunuyor yağmuru insanlara.

Ama sorumlu fırtına mıdır, yoksa fırtınalara hazırlıksız yakalanan insanlar mı?

Zira ülkemizde ne yangınlar, depremler, heyelanlar, seller, deniz kirliliği olur ama genelde pek sorumlu bulunmaz.

Nedense, tıpkı 19. Yüzyıl Büyük Britanya yazarlarından Oscar Wilde’ın da dediği gibi,“düşen bir çığda hiçbir kar tanesi, kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.”

Oysa Dünya genelinde içinden geçtiğimiz bu zor günlerde,‘sorumlu kim?’ diye baktığımızda ise, sorumlu aslında herkes değil midir?

Toplumlarda yaşanan sosyal, ekonomik, psikolojik sorunlarda, insan eliyle ortaya çıkan çevresel felaketlerde sorumlu aslında hepimiziz.

Bilinçsizce kullandığımız doğal kaynaklarımız azalırken, göllerimiz kururken, soluduğumuz havamız ve denizlerimiz sanayi atıklarından kirlenirken, hızlı ve denetimsiz bir şekilde evler inşa edilirken; sorumlusu yalnızca eylemi yapanlar değil, olanları görmezden de gelenlerdir. İnsanlar aklını ve vicdanını bir kenara bırakarak yaşamaya devam ettiği sürece, kaçınılmaz sonları da kendisi hazırlıyor maalesef.

Sorumluluklarımızın farkına vardıktan sonra ise; her şey ne devletten, ne de halktan beklenebilir. Her şey her ikisinden de beklenmelidir.

Çünkü

”Bir ülke nasıl batar? Yalnızca savaşlarda yenilmekle değil, elindeki toprakları başkalarına kaptırmakla da değil… Ruhça çökerek, yaşamaktan koparak batar. Bütün iş, yaşamı kadın için de erkek için de yaşanılır hale getirmektir.”diyen şair Melih Cevdet Anday’ın bu tespitinde ne kadar haklı olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.

İnsan olmanın erdemlerini kaybetmek üzereyken, her an yeniden hatırlamamız gereken günlerden geçiyoruz. Maalesef çevresel felaketlere paralel olarak, toplumsal sorunlarımız da günden güne artıyor. Televizyon kanallarını, gazete sayfalarını dolduran her türlü şiddet haberi, insanlara güvenimizi kaybetmemize yol açarken aramızda derin çatlaklar, güvensizlikler oluşuyor.

Yalnızca şikâyet etmek değil, çözümlerine odaklanmak mesele.

Sorunlara çözüm olarak, İslam dininin temelinde yer alan şu erdemlerin; yiğit, güvenilir, dürüst, yardımsever, iyiliksever, barışsever, saygılı, kararlı, cesaretli, adaletli, bilgili, ölçülü, dengeli, vefalı olmak gibi toplumumuz tarafından da doğru ve iyi kabul edilen bütün davranış kalıplarının toplumumuzda yeniden benimsenmesi gerekiyor.

Ekonominin düzelmesi için de hukuk ve adaleti düzeltmek gerekiyor. Ülkemizde son yıllarda artan ekonomik sıkıntılardan, gelir dengesizliğinden ve fiyat istikrarsızlığından sonra aslında en büyük mesele; kişiler arasında, toplumda, yöneten-yönetilen arasındaki güveni koruyabilmekte yatıyor.

Çocuklarını koruyamayan bir sistemde, ruhsal açıdan mutlu olmak imkânsızdır. Son zamanlarda kadınlara ve çocuklara yönelik artan şiddet mutlaka son bulmalıdır. Elbette bir günde olmayacak şeyler ama sorumluluklar alarak, bilinçli yaşayarak; kesinlikle önce insan ve önce doğa dememiz gerekiyor.

Kalın sağlıcakla,