Niye öyle istiyor diyenlere, diyeceklere selam olsun, deyin ki sağlığında doya doya bakıp gözlerinden içine giremedi, girip de yüreğine sımsıkı sarılıp yüreğinin sıcaklığı ile ısınamadı. Olmaz ya, hadi oldu diyelim…yattığım yerden uzanıp omuzlarda gelişini, tabutta sıkıntılı bir devinim içinde kıvranıp benim nerede yattığımı düşünüyor olabileceğini göremiyor olabilirim kesin ama belki duyumsayabiliyor olabilirim. Umut bu ya beklerim ne zaman gelecek diye…ama bir yandan da istemem gelmesin…soluk alsın, ertesi güne uyanıp doğanın insanoğluna sunduğu en büyük armağanı alsın…aldığı armağanın mutluluğunun ayırdımında ise beni bir an için aklından geçiyor olabilir…o an olmasa bile belki sonra, belki daha sonra, belki…belki…Benim zamanım çok…bekliyorum…
-Olur a, ben geriye kalırsam…bu çok zor be…yanına gömün desem; hem onun, hem eşinin sülalesi tepeme dikilir…Ben yine yüksekçe onun yattığı yeri yattığım yerden görebilecek bir yer isteyeyim. Ama bizim gömütlük dümdüz, en küçük yükseltisi bile yok, Yok, bir umar için kafa yormalıyım…ya, cesedimi yaksalar, külümü savursalar onun yattığı yere, yattığı yer olmazda yakınlarında bir yerlere…nasıl olsa külüm bir yolunu bulup ona ulaşır. Ama bu kez de dinimizde ceset yakma yok diye hepten beni gömütlüğü koymazlar…
İçimi karabasanlar sardı…ben sana kavuşamayacak mıyım? Tek umar mezar taşı gibi görünüyor…Ne yazılmalı…ne? En iyisi biraz daha bekleyelim belki olumlu bir gelişme olur…
Ben bunları yazarken kızım sol, oğlum sağ omzumdan uzanıp yazdıklarımı okuyorlar…soluklarının sıklaştığını duyuyorum…kızım değil de oğlum oğulcuğum duygusaldır; sarıldı ansızın, yanağını yanağıma dayadı…yanaklarım ıslanırken kıpırdamaksızın bekledim…oğul benden ayrılıp dışarı çıktı…Kızım kaşlarını çatıp somurtarak,
-Baba, kim bu…?
-Öyle biri yok kızım, kurgu işte! Deyip nadir yalanlarımdan birini söyledim.