Merhaba

Efendim, reklamın iyisi kötüsü olmaz derler. Bir dönem reklamcılık işiyle meşgul oldum, bu işte biraz mürekkep yalamışlığım da olduğundan o söze büyük ölçüde katılıyorum. Yazının başlığı da aslında bir reklam stratejisi güdülerek seçilmiş esprili bir iş yeri ismi. Yıllar önce İstanbul’da Kocamustafapaşa semtinde çok da işlek olmayan bir caddeden geçtiğim sırada dikkatimi çeken bir tabelada yazıyordu bu söz, ciğer ürünleri satan bir kebapçının ismiydi. Ömrü hayatımda bir kez geçtiğim bu caddeden geçeli 16 yıl olmuş, içeri girip ciğer de yemediğim hâlde göz ucuyla gördüğüm tabeladaki işyerinin ilginç ismi hâfızamda kaldı. O kebapçının ismi gibi, belli yaşın üzerinde olanların hemen hatırlayacağı çağrışım yaptıran başka birçok reklam sloganları var. “Ayşe teyze… caaart” desek birçoğumuz bir deterjan markasını hatırlarız hemen. İtici olduğu değerlendirilen o reklam, temsil ettiği marka sloganıyla, reklamın kötüsü olmaz sözünün destekleyicilerinden biri olsa gerek.

İnsanların da nezâketleri ve zarâfetleriyle ya da kabalıklarıyla kendi reklamlarını ve sloganlarını yansıttıkları hâlleri var. Kimi insanlar var ki tanışmasanız, kendileriyle bir kelime bile konuşmasanız dahi, paçalarından öyle bir efendilik akar ki ister istemez hayranlık duyar, gölgeleri önünde bile bir ihtiram gömleği giymek ihtiyâcı hissedersiniz. Böyle insanları görmek bile insanın kendisine çeki düzen vermesine, bir süreliğine olsa da o kişinin hâliyle hemhâl olmasına sebep olur. Bu tür insanlar artık ne yazık ki eskiye nazaran pek az bulunuyorlar. Kültür ve medeniyetimizin mimarları atalarımızın arasında yukarıdaki tanımlara uymayan pek az kişi bulunur, toplum nâzik ve zarif insanlardan oluşurmuş, ne hoş. Bütün bunlara sebep elbette ki sağlam âile yapıları, temiz toplum ve çevre, bir de en az öğretim kadar eğitimin de önemli olması. Okullarda yaklaşık yarım yüzyıl öncesinde başlı başına bir ders olarak okutulan âdâb-ı muâşeret kuralları zamanla başka derslerin içerisinde konu başlığı olarak okutulmuş. Kısa ve anlaşılır bir tanımla âdâb-ı muâşeret; görgü kuralları demektir. Bu kurallar aynı zamanda toplumdaki uygarlık düzeyinin de bir göstergesidir. Görgü kuralları; insanın bencil, kaba düşüncelerden sıyrılarak başkalarına karşı davranışlarını düzene koyması, duyarlı ve nâzik olmasını sağlar. Bugün en basitlerine bile rastlamakta güçlük çektiğimiz bu kurallardan kimileri uygulansa, toplumumuzdaki kaotik iletişimin ve hoşa gitmeyen tutumların önüne geçmenin çok kolay olacağında herkes hemfikirdir zannedersem. Birkaç misal verecek olursak;

Medenî olmanın en önemli şartı; hangi sebeple diğer insanlarla birlikte yaşadığımızın bilincinde olmaktır. Milyonluk şehirde de, 100 kişilik bir köyde de yaşasanız bu hâl değişmemelidir.

Konuşmaya başlamadan önce karşı taraftaki kişiyi değerli kılmanız gerekir. Önce selam verilir sonra hâl hatır sorulur ardından ne söylenecekse o söylenir. Damdan düşer gibi sâdece işinize yarayanı alıp kaçmak, görgü kurallarına aykırı olduğu gibi muhâtap kişiyi değersiz görmekle eşdeğerdir.

Konuşurken ve gülerken sesin şiddetini muhâtap kişinin işiteceği seviyede ayarlamak gerekir. Konuşmayla ilgisi olmayan kişilerin yüksek sesle rahatsız edilmesi görgü kurallarına aykırıdır.

Tanımadığınız, samimi olmadığınız insanlara “siz” diye hitap edilmelidir. Özellikle de mevki olarak sizden daha altta olan insanlara mutlaka ama mutlaka “siz” diye hitap edilmelidir.

Bir insanın öldüğünü belirtmek için dilimizde birçok lâtif tanımlama vardır. Aramızdan ayrıldı, Hakk’ın rahmetine kavuştu, bedenen kaybettik gibi. Bu tip deyimler bizi sâdece kibar göstermekle kalmaz ölen kişinin yakınları ile duygu bağı kurduğumuzu da gösterir.

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama yeni maddeler eklemeye yerimiz de müsait değil, belki sizin de daha uzun bir yazıya tahammülünüz bulunmayabilir. Okuyucuyu sıkmamak da bir görgü kuralı olsa gerek. Ümîdimiz odur ki birbirine saygılı insanlarla örülmüş bir toplum ağımız olsun. Hayâtın zorlukları içerisinde de olsak birbirine nâzik davranan, tebessüm eden insanlar olsak zor olanları kolay kılmak adına önemli bir adım atmış olmaz mıyız, ne dersiniz? İnanın hiç zor değil.

***

Moralı Osman Efendi; vakur, şerefli ve haysiyetli bir zâttı. Emri altında çalıştığı acımasızlığıyla meşhur olmuş Pâdişâh müşâviri Hâlet Efendi’ye hiçbir zaman boyun eğmez, kavuk sallamazdı. Hâlet Efendi buna çok kızar; onu İstanbul’da değil, taşra hizmetlerinde süründürmek, küçük düşürmek isterdi. Osman Efendi ise ne yapılsa vakarını bozmaz, ses çıkarmaz, ne iş verilse yapardı. Bir gün Hâlet Efendi, İzzet Molla ile otururken Moralı Osman Efendi’nin geldiğini söylediler. Hâlet Efendi hemen kapıya koşarak Osman Efendi’yi karşıladı. Giderken de merdiven başına kadar inip uğurladı. İzzet Molla şaşkın bir tavırla:

-Bu adama etmediğiniz fenâlık kalmadı, şimdi bu kadar iltifâtınıza sebep nedir? Diye sorunca,
-Evet, ona çok fenâlık ettim, elinden memûriyetini aldım, nüfûzunu kırdım. Fakat üzerinde bir efendilik var ki, işte onu alamıyor ve kendisini gördükçe böyle hürmet etmek zorunda kalıyorum.

***

Bir Kelime

Vakar: Ağırbaşlılık, haysiyetli ve şerefli olma, temkin.

***

Efendim, yeniden kavuşana dek hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.