Azılının Mustafa’nın karısı Ayşe, Deli Mahmut’un karısı Eşe ve İmamların kızı Hatice ekmek etmektedirler. Basık, penceresiz derme çatma bacalı ekmek evinde, dumandan göz gözü görmemektedir. Duman bacadan çıkıp gitmek yerine ekmek evinde döneleyip durmaktadır. Oğul çıkarırcasına vızıldayıp bangırdayan bir sürü sinek, hamur teknesine saldırıyor. Hamur teknesinin yanında beze tutmakta olan Hatice, elinin tersi ile homurdanarak sinekleri tekneden ıralamak için didiniyor. Eşe, hem durmadan konuşup hem sacın altının ateşini yanında yığılı kesle karışık yakacak yığınından beslemekte hem de sacın üstündeki yufka ekmeğini evirip çeviriyor. Ayşe, beze topaklarını senitte oklava ile ara sıra uğralayıp açıyor…

Eşe huyu gereği;laftan lafa atlayıp tarladan takkadan, sığırdan sıpadan, bağdaki omçadan, bahçedeki karıktan konuşup dururken dışarıdan acı bir “Anaaa!” feryadı koptu. Eşe elindeki şişi, Ayşe kucağındaki senidi fırlatıp dörmelenip ekmek evinden dışarı çocuk feryadına doğru seyirttiler. Peşlerinden de Hatice …Yırtınırcasına bağıran çocuk ağabeyi Cemal’in kucağındaki Arif olunca Eşe içinden “ Benim Osman’ım değilmiş,” diye geçirdi. Ayşe “ Vah yavrum, Arif’im!” derken içinden bir şeyler kopup parçalanırken Atmaca gibi varıp Cemal’in kucağından Arif’i çekip aldı. Arif’in yüzünü gözünü, gözlerinden sicim gibi süzülen göz yaşlarını öpüp, “Ağlama yavrum, ağlama kuzum, ağlama ciğer parem …” dedikçe Arif susacağına ağlamasını daha bir artırıp yeri göğü yıkıyordu. Arif’in orasını burasını usul yavaş yoklamaya başlayan Eşenin eli, bacağın kalçaya yakın bir yerine dokununca ağlama yere göğe sığmayıp duvarlara çarpıp yankılandı.

Eşe, suçlu suçlu boynu bükük, kara gözleri biraz korku biraz ürküden irileşmiş Cemal’a dönerek,

“Koş gaveye, aklı başında birini çağır gel, çocuğun ayağı kırık, hemen doktora yetiştirelim!” diyerek kendi evine doğru seyirtti. Damdan atları çıkarıp arabaya koşmaya başladı.

Cemal kahveye doğru koştururken baktı biraz ilersinde Çamellerin Ali kahveye doğru gidiyor. Ünledi,

“ Ali Dayııı, dur bi!”

Durup “ Ne var?” dercesine yüzüne bakan Ali’nin yanına varınca soluk soluğa,

“ Arif’in ayağı kırıldı, hemen doktora götürcemişiz!”

Telaşlı adımlarla ağlama seslerine geldiklerinde at arabası hazırdı. Arabaya Eşe, Ayşe, Ali ve kucaklarında Arif binip yola koyuldular…

Doktor Şerif Gürsel usta elleri ile bacağı yokladı…Bacak kalçaya yakın bir yerden kırılmıştı. Hemen alçıya alınması gerekiyordu. Ama Çivril’de alçı maçlı hak getire, ya Uşak’tan ya da Denizli’den getirmek ya da kırık bacağı oralara götürmek gerekiyordu. Oralara günün bu saatinde vasıta bulmak nerede ise olanak dışı, çünkü otobüsler sabah gidiyor diye aklından geçirdi. Aklına tren geldi. Akşam treni biraz sonra kalkacaktı, yetişilirse Dinar’a gidilir, alçı alınır, sabah treni ile de Çivril’e gelinirdi. Ali’ye döndü,

“ Paran var mı?”

Ali, utanıp gözlerini yere dikip, boynunu yana burup,

“ Yok,” diye fısıldayınca Şerif Bey cebine davranıp,

“ Şu tren parası, şu alçı parası, şu yatacak yer parası, şunla da karnını doyurursun, haydi koş trene yetiş, Dinar’dan alçıyı al sabah treni ile buraya gel!” deyip Ali’nin ürkek eline paraları sıkıştırınca Ali istasyona doğru koşturdu. Ayşe ile Eşe büyüyen şaşkın gözlerle bir an Ali’nin ayak tapırtılarının arkasından sürüklendiler sonra Ayşe Şerif Beyin eline doğru “ Allah bin kere razı olsun, Allah ne muradın varsa versin!” diyerek minnetle uzanınca Şerif Bey elini çekip arkasına sakladı…

Ertesi günü kuşluk vakti alçı gelip bacak alçıya alındı…