Kahvaltıda herkese omlet, yarım greyfurt, birer parça biftek…isteyene ek olarak yulaf ezmesi, kahve ve süt…Masanın toplanmasına jim de yardımcı olunca çabucak toparlayıp kirlileri bulaşık makinesine yerleştirme işini Ann’e bıraktık. Jim masayı sildi, ben de masa ve sandalyeleri düzelttim.

Kahvaltı sonrası ben, Jim ve Ann; benim turist vizesini öğrenci vizesine dönüştürme başvurusu için Colorado Eyalet Hükümet binasına gitmek üzere Ann’in kullandığı arabaya binerken Jack de kendi arabasına doğru yollandı.

Biz evden çıkıp şehir merkezine doğru giderken yolun iki yanında olan bahçeli evler gittikçe azalıp, tek ve çift katlı evler gittikçe yükselmeye başladı. Bir süre sonra sağımız solumuz karşımız sekiz, dokuz, on katlı görkemli binalarla çevrildi. Caddeler genişledi derken görkemli bir binaya giden yola sapıp düzgün çizgilerle belirlenmiş araç park alanında boş bir yer bulup araçtan çıktık. Danışmada Ann, görevli ile konuşurken jim ve ben izlemekle yetindik. Boyuna uygun adımlarla hızla yürüyen Ann’e ayak uydurup onun arkasından bir odaya daldık. Girerken kapının kenarındaki “Yurtdışı öğrenci işleri” yazısına göz ucu ile baktım. Gösterilen yerlere oturduk. Merhabalaşma sonra Ann geliş nedenimizi anlatınca, İlgili bir takım formlar çıkarıp Ann’e uzatırken bende öğrenci kimliğim ve pasaportu Ann’e verdim. Ann’in duraksamadan imzaladığı formlar arasında 13.750,- dolarlık bir kefalet senedi de vardı.

Eyalet binasındaki işimiz bitince önceden kararlaştırıldığı gibi Ann bizi Jack’in mağazasına bırakıp bankadaki işine gitti. Gittiğimizde Jack, masasının önündeki müşteri koltuklarının birine oturmuş öbürüne de ayaklarını uzatmış uyukluyordu. Tanıdık olan Ann’in araba sesini duyunca başını hafiften sola doğru eğerek sol kaşını ‘Clark Gable’ vari kaldırıp sol gözünü de aralar gibi yaptıktan sonra uyuklamasının içine tekrar gömüldü. Bizde onun keyfini bozmayıp mağazaya daldık. Koltuklar, divanlar, dolaplar, raflar, amatörce yapılmış tablolar, vitrinler, gardıroplar arasında fink atıp kendimize oyun ararken Jim, bir yay takımı buldu, yanında ağız dolusu oklar olan bir okluk(sadak). Bana hınzırca gülümseyerek,

“Var mısın?” dedi.

“Nesine?” deyince,

Jim bir süre sessiz kalıp düşündü. Sonra gözlerinde hınzırca gülümseme ile

“Bizde ne kadar kalacaksın?”

“Sekiz ocağa kadar,”dedim. Sekiz ocakta Sterling’e dönüş biletimi bile almıştım.

“Ben kazanırsam bir gün daha bizde kalacaksın, yok sen kazanırsan sana bir tenis raketi alırım, hem de en iyisinden!”

Düşünmeye başladım kaybedersem 17 dolarlık dönüş biletim uçup gidecekti. Kazansam Jim’in harçlığına olacaktı olan …Yaklaşık on hafta, haftada bir gün kolejde okçuluk dersi almış olduğumdan kazanma şansım büyük görünüyordu. Ama hem Jim’e kıyamıyor hem de oyun bozanlık yapmak istemiyordum. Bu nedenle isteksizce kabullendim yarışı.

Mağazanın uygun bir yerinde on metrelik bir atış yeri ayarlayıp birde yuvarlak bir uydu anteni bulduk. Antenin içine merkezden dışa doğru gittikçe genişleyen daireler çizerek hedef tahtasına dönüştürdük. On ok o, on da ben aldım. O okların ucunu yeşile, ben kırmızıya boyadım. Yazı mı, tura mı attık kimin önce başlayacağını belirlemek için. O kazandı ve başladı yeşil uçlu okunu yerleştirip yayını germeye…Ok vınlayarak gitti. Gidip baktık on…Yayı kavrayışı, oku yerleştirişi, bir gözünü kapayıp nişan alışı belli usta işi,

Yayı gerip nişan alıp oku tutan parmaklarımı gevşettim. Ok vınlayarak gitti. Gidip baktık sekiz…

O: 3 on, 2 onbir, 1 oniki,4 dokuz…

Bense:1 sekiz, 4 dokuz, 3 on, 2 onbir yaparak maçı yitirdim.