Yürürken büyük bir giyim mağazasına girip terzi bir arkadaşım için iş arıyorum dediğimde, mağaza yetkilisi bana oturmam için yer gösterip bir kahve ikram etti. Sonra çekmecesinden bir ajanda çıkarıp, ajandaya bakarak üç dört telefon görüşmesi yaptı. Görüşmeler sonrası önündeki bloknota bir takım notlar aldı, sonra not aldığı bloknot yaprağını koparıp bana verdi. Ben kahvemi bitirip ayağa kalkınca benimle beraber caddeye çıkıp aynı kolda olan iki yüksek binayı göstererek,
“O iki binanın zemin katlarında iki terzi atölyesi var. Şefleri ile görüştüm, geleceğinden bilgileri var. Haydi işin rastgele!” deyince gösterdiği yöne doğru yürüdüm. Binaların yakın olanının pasajına girdim; pasajın sağlı sollu iki yanında lüks kuyumcu, gümüş işlemeleri, mermer süs eşyaları satış mağazaları sıralı. Pasajın ortalarına doğru aşağıya inen merdivenlerden inip hemen merdivenin karşısındaki belli belirsiz dikiş makinesi homurtuları gelen atölyeye doğru yürüdüm. Mağazada iki sağ, iki sol olmak üzere dört dikiş makinesi sırası vardı. Her sırada kadınlı erkekli yedişer terzi harıl harıl çalışıyorlardı. Ben atölyeye girince makinenin dikiş iğnesine çevrili gözlerden bazıları bana bakar ve içerideki atölye gürültüsü belli belirsiz azalır gibi olurken sağdan soldan“Hey Greko…!” seslenişleri geliyordu. İki yana gülümseyerek karşıda büyükçe bir masada oturan, ben ona doğru yaklaşırken oturmakta olduğu masadan gülümseyerek doğrulan esmer, arkaya taralı saçları hafiften seyrelmiş orta yaşlı beye doğru yaklaşıp uzatılan eli sıkarken;
“Adım Ahmet, Türküm…” deyince,
“Şaka yapıyor olmalısınız…ne kadar da bize benziyorsunuz.”
“Haklısınız…ne de olsa komşu iki Akdeniz Ülkesinin çocuklarıyız!” deyip buyur ettiği koltuğa oturdum. İkram edilen meyve suyunu içerken çok sevdiğim terzi arkadaşım için iş aradığımı söylediğimde, arkadaşımın bir şekilde Amerika’ya gelmesi halinde kendisine hemen iş verebileceğini, ancak yasal yollardan bunu sağlamanın hemen hemen olanak dışı olduğunu söyleyince teşekkür edip çıktım. Yukarı pasaja çıkınca tabelada ‘Artun Çorapçıyan” yazan bir kuyumcuya girdim. Girerken Anadolu kökenli bir ermeni olmalı diye aklımdan geçiriyorum. Beni, esmer benim yaşlarımda bir delikanlı karşıladı,
“Merhaba, iyi günler!” dedim Türkçe,

Delikanlı bir an sessiz kaldı. Sonrasında elini uzatıp, hemen hemen aksansız tertemiz dupduru bir Türkçeyle,
“Merhaba, hoş geldiniz!” deyip hararetle elimi sıkarken,
“Artun, bak kim gelmiş, hem de anavatandan, Anadoludan…Buram buram sıla kokuyor…!” deyip arkadaki ofise seslenince ofisten esmer, bıyıksız, kara gözlü, kara kaşlı bir delikanlı çıktı gülümseyerek…İki Ermeni, bir Türk oturup konuştuk. Gülüştük kaynaştık birbirimizi anlatırken. Sonra Artun beni pek de uzak olmayan çok tanınan bir zincir otele yemeğe götürdü. Bize servis eden garson Rum’muş. Yemek sonrası tatlı olarak baklava siparişi verince Rum garson, gözleri parlayarak baklava bizim, Yunanlıların diye tutturdu. Sonra hızını alamadı imam bayıldı, musakka da bizim diye diretince ben gülümsemekle yetinirken Artun,
“İyi ama dostum baklava sizin olsa adı baklava yerine “Baklavavis”, imam bayıldı da “Papaz bayıldı” olmaz mıydı?” deyince bizim Rum delikanlı somurtup çekti gitti. Yemek sonrası çıkarken Artun bahşiş vererek Rum delikanlının gönlünü aldı. Ben bir sonraki terzi atölyesinde şansımı denemek için teşekkür edip Artun’dan ayrıldım.
Bir sonraki atölye ve daha sonra uğradığım atölyelerde de aşağı yukarı aynı yanıtları alıp atölye atölye dolaşmaktan ayaklarım ağrıyınca arkadaşım terzi Hasan Ali’ye iş aramaktan vazgeçtim.