SelâmünAleyküm.
Rabb’imizin rahmeti, bereketi, mağfireti, irfânı, ihsanı cümlemizin üzerine olsun.
İki cihan güneşi peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) üzerine sonsuz
salât ve selâm olsun.
Geçmişten günümüze kadar sosyal hayata şahitlik eden ve İslam beldelerinin etrafında hayat bulduğu, Müslümanlığın nişânesi olan camilerimiz; sadece ibadethane değil, aynı zamanda tarihimizin, edebiyatımızın, örf ve âdetlerimizin, kültürümüzün harmanlandığı bir medeniyet meşalesidir.
Kronolojik olarak uzun uzadıya yazmaya gerek duymadan kısaca zikredelim bu güzide haftanın tarihçesini.
Diyanet İşleri Başkanlığı’mız tarafından 1986 yılından itibaren 1-7 Ekim tarihleri arasında ”Camiler Haftası” adıyla kutlanmakta olan bu hafta, 2003 yılından itibaren ”Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaya devam etmektedir.
Peki, mühim soru şu;
”Ben Müslümanım” diyen bir kişinin ömrü bitene kadar en fazla uğrayacağı, içinde kulluk vazifesini yerine getireceği, huzur bulacağı, cemaat halinde çevreye, ümmete ve insanlığa faydalı, hayırlı işler yapacağı bu mekânlara “bir hafta ayırarak” dikkat çekmeye çalışmak yeterli midir?
Güzide dinimizin evrensel tebliğinin ve mesajlarının topluma,mukaddes olan camilerimizden daha gür bir sadâ ile iletildiğini hepimiz biliriz. Günde beş vakit ile başlayıp cuma ve bayram namazlarıyladaha da coşkuya ulaşancamilerimiz, sevgi ve samimiyet duygularının, birlik ve beraberlik bağlarının kuvvetlendiği mekânlardır.
Yüce dinimizin yayılmaya başladığı günden bugüne kadar mescit ve camilerimiz hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Allah katında en makbul yerler olan camiler, içinde Rabb’imizin adını andığımız, kulluğumuzu, dualarımızı, O’na arz ettiğimiz mukaddes yerlerdir.
Camilerimiz; dil, renk, ırk, makam, mevki farkı gözetmeden mümin gönülleri birleştiren, birliğimizi pekiştiren, imanımızı simgeleyen ve minarelerinden ezanlarımızın yükseldiği şerefli mekânlardır.Minâreleritevhîdin sembolü, ezanları şehâdetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.
Tarihin İslam kısmına göz attığımızda, caminin şehrin merkezini belirlediğini, şehir planının kurucu öğesi olduğunu ve şehrin caminin etrafında şekillendiğini görürüz. İslam düşüncesinde şehirlerin bir ruhu vardır ve şehir o ruh ile anlam kazanır.
İstanbul’un o görkemli tarihine ruhunu veren Sultanahmet’ten, Edirne’yi Selimiye’den, Diyarbakır’ı Ulu Camii’den ayrı düşünebilir miyiz?
Sadece mimari açıdan değil, edebi açıdan da kaynakları yokladığımızda Türk şiirinin mihenk taşları olan şâirlerimiz ile muhabbet edeceğimiz âşikârdır.
İşte bu güzide şâirlerimizden güzide örnekler;
Yahya Kemal’in ”Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri bizleri âdeta Sinan’ın dönemine götürür ve o ihtişamı bize yaşatır.
İstiklal şâirimiz Mehmet Akif ”Fatih Kürsüsü’nde” şiiriyle Fatih Camii’nin ihtişamını içinde hisseder ve sanatkârane bir üslupla bunu kaleme alır. Şiiri okuyanlar İstanbul’u, Fethi ve Fatih’i bir arada bulabilir.
Rıza Tevfik ”Harap Mabet” adlı şiirinde, Mihrimah Sultan Camii’nin eşiğine yüzünü sürerken utancından yüzünün kızardığını zikreder ve ”Hey Rıza! Başını secdeye koy da inle, dinle” diyerek kendine seslenir.
Yahya Kemal’in ”Ezansız Semtler” makalesinde zikrettiği yerlerden olan Beyoğlu’ndaki Ağa Camii de ilham vesilesi olur Nazım Hikmet’e. Henüz yirmi yaşında ve inançlı biri iken 1921 senesinde kaleme aldığı ”Ağa Camii” şiiri.
”Şâir, işgal yıllarının verdiği hüzünlü duygular içinde, Ağa Câmii’nin şahsında İstanbul için üzülür. Câmiyi, işgalcilerin etkisinin en fazla hissedildiği o çevreye çok yabancı olarak görür Nazım Hikmet…
“Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen” diye hayıflandığını zikreder Mehmet Demirci ”Şiir ve Din” adlı yazısında.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ”Bursa’da Zaman” şiirinde çok güzel bir tesbîti vardır ve der ki:
“Cedlerimiz, inşâ etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı.”
İnce duygularla yüklü şâirimiz Yavuz Bülent Bakiler bambaşka sevdalıdır camilerimize. Ankara’da Cebeci Câmii’nde okunan ezanlara kayıtsız kalmamış ve ”ezan sesinin onu öteler âlemine götürdüğünü, içindeki nefsin ve benliğinin eridiğini, âdetâ bir güvercin hafifliğine büründüğünü” zikreder şu dizelerinde.
”Kandillerde ışık, kubbelerde ses,
Renk olsam çinilerde.
Bir beyaz taş olsam Cuma günleri,
Müminlerin gelip geçtiği yerde.”
Sözün özü değerli dostlar;
Doğumumuzdan ölümümüze kadar, cami ve onun vefâkâr (görevlileri demiyorum) gönüllüleri toplumumuzla içiçedir.
Camilerimizin minberinden, mihrabından, kürsüsünden halkımıza sahih dinî bilgiyi sunan; doğumda, nişanda, düğünde, nikâhta, asker uğurlamada, dünyaya veda edişimizde, hâsılı Müslümanın doğumundan ölümüne kadar hayatının her anında onlarla sevinip onlarla üzülen en zor zamanlarda, pandemi sürecinde halkımızın ihtiyaçlarını giderme konusunda büyük gayretler ortaya koyan kanaat önderleridir.
Bu yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’mız ”CAMİ VE İLİM” temasını belirlemiş. Bu temayı ele almakla ”ilim, hikmet ve ibadetisadece beş vakitle sınırlandırmayıp her vakit ilim, hikmet ve ibadete ihtiyacımız olduğunu vurgulamaya çalışmıştır.
Unutmayalım ki camilerimiz imanımızın, milli birlik ve beraberliğimizin kaynağı, vatanımızın tapusudur.
Duamız o dur ki,
Ya Rabb’i!
Vatanımızın tapusu olan camilerimizde SES BAYRAĞIMIZ olan ezanlarımızı dindirtme.
Milletimizin birlik ve beraberliği daim eyle.
Camiler ve Din Görevlileri Haftamı’zı hayırlara vesile eyle.
Fâni âlemden bâkî âleme göçen hocalarımıza merhametinle muamele eyle.”

Editör: Haber Merkezi