Merhaba

Efendim, bu hafta yazımızda; millî tarihimiz açısından çok büyük önem arz eden Çanakkale Savaşlarında topraklarımızı savunan kahraman ecdâdımızın iki ferdine âit, savaş esnasında yakınlarına son yazdıkları iki mektuptan kısa birer bölüm paylaşacağız. Onlar, arkalarında her şeylerini bırakarak yanlarında götürdükleri yegâne servetlerini yâni canlarını vatan uğruna fedâ etmeye koşarak giden kahramanlardı. İsimlerini ne kadar ansak, aziz hâtıralarını ne kadar yâd etsek de haklarını ödeyemez, onların hissiyatlarını idrâk edemeyiz. Şehâdet şerbetinin tadını ancak o şerbetten içenler bilir.

Yüzbaşı Mehmed Tevfîk, bir İngiliz mermisi ile yaralanmış ve 02.06.1915’te şehîd olmadan önce şu mektubu yazmıştı: Ovacık Yakınlarındaki ordugâhtan 20 Mayıs 1331 Çarşamba

Sebeb-i hayâtım, feyz-i refikim,

Sevgili babacığım ve vâlideciğim

Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümîdim olmadığından, bir hâtıra olmak üzere şu satırları yazıyorum. Hamd-ü senâlar olsun Cenâb-ı Hakka ki, beni bu rütbeye kadar ulaştırdı. Yine, mukadderât-ı ilâhiyye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni vatana ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lâzımsa öylece yetiştirdiniz. Hak Teâlâ Hazretleri’ne nihâyetsiz hamd ve sizlere sonsuz teşekkürler ederim. Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamânıdır. Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehîdlik rütbesine kavuşursam Allâh’ın en sevgili kulu olduğuma kanaat edeceğim. Askerim, bu her zaman benim için pek yakındır. Sevgili babacığım ve valideciğim! Gözbebeğim olan hanımım Münevver’i ve oğlum Nezihciğimi önce Cenâb-ı Hakk’ın sonra sizin himâyenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkünse lütfen yapmaya çalışınız. Servetimizin olmadığı mâlumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem. İstersem de boşunadır. Refîkama (Hanımıma) yazdığım kapalı mektubu lütfen kendine veriniz! Tabiî ağlayıp üzülecek, tesellî ediniz. Allah Teâlâ’nın takdîri böyle imiş. İsteklerim ve borçlarım hakkında refîkamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz! Münevver’in hâfızasında veyahut kendi defterinde kayıtlı borçlar da doğrudur. Münevver’e yazdığım mektubum daha geniştir. Kendisinden sorunuz. Sevgili baba ve valideciğim! Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz! Hakkınızı helâl ediniz! Rûhumu şâd ediniz! İşlerimizin düzeltilmesinde refîkama yardımcı olunuz!

***

Yedek Subay Hasan Etem, İstanbul Hukuk Fakültesinde son sınıftayken aynı zamanda öğretmenlik yapmaktaydı. Düşmanın Çanakkale’ye ulaştığını işittiğinde gözünü kırpmadan cepheye koştu. Bu satırlar, onun Eceabat’ta şehîd olmadan iki gün önce yazdığı son mektuptan bir bölümdür.

Vâlideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi. Nasihatâmiz mektubunu Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu. Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım güzel bir bülbül, tatlı sedâsıyla beni tebşir ediyor ve hissiyâtıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler, gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allah’ım bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim; “Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ism-i Celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsân eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin eyle, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahfeyle” diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrûr bir kimse tasavvur edilemezdi.

***

Bir Kelime

Tebşir: Müjdelemek. Hayırlı haber verme. Müjdelenmek. Müjdeleme, sevindirici bir haber ulaştırma.

***

Efendim, ecdadımızın hâtıralarını unutmamak, köklerimizle bağımızı kesmemek temennisi ile yeniden kavuşana kadar hoşça bakın zâtınıza. Yolcu yolunda gerek, kalın sağlıcakla.