Bisiklete atladım doğru Çivril’e, en yakın olan sebze meyve satıcısına, kasada duran pala bıyıklı, balamırt gözlü herif yerinden bile kımıldamadan,
-Buyrun..!?
-Sarımsak varmıy dı acaba?
-Olmaz olur mu abe, hem de en iyisi, Taşköprü, ne kadar?
-Kaç para?
-Kilo seksen..
-Iıııı? Deyip duralamışım… Sarımsak almadan çıkıp telefona sarıldım, telefona açan zabıtaya “Aşırı pahalı mal satan bir esnafla ilgili bir şikayette bulunacaktım” deyince,
-Biz belediye olarak sadece pazaryeri ilgileniyoruz, şikayetiniz Pazar esnafı ile mi ilgiliydi?
-Yok…
-O zaman İlçe Tarıma başvuru yapmanız gereki… lafını bitirmeden telefonu kapatıp ilçe tarımın numarasını çevirdim. Dünyasından bezmiş, benim burada ne işim var, bu saatte bu da kim…dercesine bir ses telefonda,
-Buyrun!?
-Aşırı pahalı mal satan bir esnafla ilgili…
-Ne tür bir mal?
-Sebze….deyince bir dakka ayrılmayın…
-Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?
-Sarımsak alacaktım seksen lira dediler deyince,
-Valla ben kendim pazardan doksana aldım, seksen diyen hangi manavsa bundan sonra bende ondan alayım…
-Beyefendi bildiğiniz nalbur var mı? Deyip sözünü kesince, bir an için süren sessizlik sonrası,
– Nalbur derken!?
-Bu memleketin çivisi çoktan çıkmış da çivi alacaktım… deyip telefonu kapattım.
Yüzüm tutup aynı manava gitmeyip, üstüne üstlük seksen yerine doksandan yarım kilo sarımsakla kös kös köye dönerken aklıma Çivril Pazarında satılmayınca yolun kenarındaki hendeklere kağnılarla dökülen soğan ve sarımsaklar… günlerce burnumuzdan çıkmayan soğan sarımsak kokuları geldi…